
Suyu İhraç Etmek: Tarım Ticaretinin Gizli Çıkmazı
Küresel ekonomi, karmaşık bir dans sahası gibi. Ülkeler, sınırlar ötesi bir ticaret ağında ürünlerini, hizmetlerini ve sermayelerini serbestçe dolaştırıyor. Bu devasa akışın en önemli parçalarından biri de tarımsal ürünler. Market raflarını süsleyen domatesler, pirinçler ve pamuklar, binlerce kilometrelik yolculuklardan sonra sofralarımıza ulaşıyor. Ancak bu yolculukta, valizin içine gizlenmiş, gümrükten görünmeden geçen sessiz bir yolcu var; su ayak izi.
Bir domatesi dilimlerken veya bir tişört giyerken, o ürünün üretim sürecinde harcanan su miktarını kaçımız düşünüyor? Bir kilogram pamuk için harcanan 10 bin litre su, bir kilogram buğday için 1.300 litre… İşte bu rakamlar, görünmez bir valizin içindeki suyun sessiz göçünü gözler önüne seriyor. Türkiye gibi tarım devi bir ülkenin ihracat bilançolarında genellikle tonaj, dolar ve istihdam rakamları konuşulur.
Peki, ihraç edilen her bir konteyner ürünle birlikte, aslında binlerce litre suyumuzu da beraberinde gönderdiğimizin farkında mıyız?
Bu durum, tarımsal ihracatın sadece ekonomik bir boyutunun olmadığını, aynı zamanda derin bir ekolojik faturası olduğunu gösteriyor. Ülkemizin pek çok bölgesi, yarı kurak iklim kuşağında yer alıyor. Özellikle su sıkıntısının giderek arttığı İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu gibi bölgelerde, suya çok ihtiyaç duyan ürünlerin yetiştirilip ihraç edilmesi, yerel su kaynaklarımızı hızla tüketiyor. Kısa vadede kasamızı dolduran bu ihracat, uzun vadede topraklarımızı çöle çevirme riski taşıyor. Bugünün kazancı, yarının çölü olmamalı.
Bu sessiz ticaret, aynı zamanda küresel bir adaletsizlik hikayesi barındırıyor. Su zengini ülkeler, suyu kıt olan ve çoğu zaman yoksul ülkelerden ürün ithal ederek kendi su kaynaklarını koruma lüksüne sahip oluyor. Bu, suyu az olan ülkelerin hem emeğini hem de en değerli varlığını, suyunu, düşük bir bedelle ihraç etmesi anlamına geliyor. Yapılan araştırmalar, su ayak izi yüksek ürünlerin büyük kısmının, su stresi yaşayan ülkelerden geldiğini gösteriyor. Bu tablo, dünyanın su varlıklarının eşit olmayan bir şekilde ticaretini ortaya koyuyor.
Peki, bu görünmez yolcuyu durdurmak için ne yapmalıyız?
Öncelikle, ihracat politikalarımızı sadece ekonomik değil, ekolojik parametrelerle de yeniden değerlendirmeliyiz. Hangi ürünün, hangi koşullarda yetiştirilip ihraç edildiği, su ayak izi göz önünde bulundurularak planlanmalı. Çiftçilere modern sulama yöntemleri (damla sulama gibi) teşvik edilmeli ve devlet destekleri bu yönde şekillendirilmelidir.
Ayrıca, tıpkı enerji verimliliği etiketleri gibi, “su ayak izi etiketi” uygulaması da yaygınlaştırılabilir. Bir ürünün ambalajında, üretim sürecinde harcanan su miktarının belirtilmesi, tüketicileri daha bilinçli tercihler yapmaya yönlendirir. Bu sayede hem üretici hem de tüketici, suyun sürdürülebilir kullanımına yönelik sorumluluk alabilir.
Sonuç olarak tarımsal ihracatın valizindeki bu gizli yolcu, sadece bir ticaret meselesi değil, aynı zamanda geleceğimiz için büyük bir sorumluluktur. Suyun sınırlı bir kaynak olduğu gerçeğiyle yüzleşerek, sürdürülebilir bir gelecek için tarım politikalarımızı yeniden şekillendirmeli ve suyun hakkını gözeten bir anlayışla hareket etmeliyiz.