
“Daha İyi Bir Tarım Mümkün”
Ülkemizde, tarım ve gıda sektöründe yaşanan sorunların çözülmesi ve doğanın korunmasına yönelik çalışmalar yürüten meslek odaları, sendikalar, dernekler ve kooperatifler bir araya gelerek 2022 yılında kurduğu Tarım Platformu, “Daha İyi Bir Tarım Mümkün!.. Üretimin Desteklenmesi, Verimli Tarım Arazilerinin Kullanılması İçin Artık Daha Gerçekçi Adımlar Atılmalıdır” başlıklı basın toplantısı gerçekleştirdi.
Basın açıklamasına TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Baki Remzi Suiçmez, TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Yaşar Üzümcü, KESK Tarım Orkam-Sen Yönetim Kurulu Başkanı Serap Baysal, Veteriner Hekimler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Gülay Ertürk, Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı Hüseyin Demirtaş katıldı.
Tarım Platformu Dönem Sözcüsü KESK Tarım Orkam-Sen Yönetim Kurulu Başkanı Serap Baysal tarafından okunan basın açıklamasında şu görüşler ifade edildi:“Ülkemizin yüksek tarımsal potansiyeline karşın bugün üretim-pazarlama-tüketim boyutlarında yaşadığı ciddi sorunların temel nedeni, yanlı ve yanlış politika tercihleridir. Ülkemizde yaşanan ciddi sorunları hızla çözmek yerine, politik çıkarlar doğrultusunda üreticiye sunulan süslü vaatler ile üreticinin karşılaştığı gerçekler çok farklı bir boyuta ulaşmıştır.
Meyve ve sebzelerde genel anlamda kendimize yeterliyken, stratejik bitkisel ve hayvansal ürünlerde kendimize yeterli değiliz ve buradaki arz açığı sürekli olarak ithalat ile giderilmeye çalışılmaktadır. Üretici, üretim maliyetlerinin yüksekliği ve ürün fiyatının baskılanması sonucu kar edemeyince, bitkisel üretimde olduğu gibi hayvancılıkta da sektörden çekiliyor. 2020 yılından bu yana, özellikle son üç yılda süt üretimimiz 2 milyon ton, hayvan varlığımız 1 milyon baş sığır, 5 milyon baş koyun azaldı. SGK’ya kayıtlı çiftçi sayımız geriledi. Nüfus artışına karşın üretimin azalması gıda güvenliği ve gıda güvencesi açısından çok ciddi bir tehlikededir.Kar eden, önünü gören, sosyal güvencesi olan hiçbir çiftçi, üretici eylem yapmaz, aksine üretimi artırır. Yüksek üretim maliyetlerine karşın, yetersiz ve geç ödenen destekler ile maliyetin altında kalan alım fiyatları nedeniyle çiftçilerimiz bu yıl hasat ettiği hemen hemen tüm ürünlerden zarar etti. Ülkemizin doğusundan batısına üretim yapan tüm çiftçiler, geçmiş yıllarda yaşadığı mağduriyetleri atlatamamışken, bu yıl da zarar ettiği için ürünleri tarlada bırakarak, bedava dağıtarak, çöpe atarak, sokağa dökerek, yaptıkları eylemlerle yüksek sesle bu mağduriyetlerini dile getirdi. Bu durum yetmezmiş gibi kredi kullanan öz sermayesi yetersiz çiftçilerimizin bankalara, tarım kredi kooperatiflerine ve bayilere toplam borcu yaklaşık 900 milyar TL’ye ulaşmıştır. Borç için ipotek zorunluluğu ise haciz ve icrayı peşinden getirerek çiftçilerin üretim alanlarını ve araçlarını kaybetmesine neden olmaktadır. İktidar, çiftçi eylemleriyle somutlaşan bu çığlığı görmezden gelemez. Bilinmelidir ki, dışa bağımlı tarım politikaları ile kendi üreticisine sahip çıkmayarak, haklarını vermeyerek, verimli tarım arazilerini sermayeye peşkeş çekerek, üreticileri ve tüketicileri karşı karşıya getiremezsiniz. Kendi üreticisini somut olarak desteklemeyen ve en düşük fiyatlarla bir yıllık emeğini boşa çıkaranlar, yeni modellerle sanki bir lütuf çalışması yapmış gibi göz boyamaktadır.
Yönlendirici desteklerle yaşama geçirilemeyen tarımsal üretim planlaması yerine gündeme getirilen zorlayıcı ve sınırlı tarımsal üretim planlaması; güncel olmayan veri, yetersiz personel, eksik karar alma mekanizmaları, kapsamdaki ürün sayısı, destek ve alım politikalarıyla uyumsuzluk dahil içeriğinde ciddi sorunlar barındırmaktadır. Oysa girdi maliyetlerini düşürüp, destek miktarlarını artırarak ve zamanında ödeyerek, alım fiyatlarını maliyet üzerinde vererek temel ürünlerde kendimize yeterliliği sağlayacak şekilde yönlendirici, uzun vadeli tarımsal üretim planlaması yaşama geçirilmelidir.
Üreticinin sürekli tek taraflı zarar ettiği sözleşmeli üreticilik modelinin zorunlu kılınması önemli bir sorun alanıdır. Oysa sözleşmeli üretimde üreticiyi koruyucu düzenlemeler yapılmalı ve süreç sürekli denetlenmelidir.
Üst üste iki yıl süreyle işlenmeyen tarım arazilerinin, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından tarımsal amaçlı olarak sezonluk kiraya verilmesine ilişkin yönetmelik yayınlandı. Aslında verimli tarımsal arazisi olan ama ekonomik gücü yetersiz ve kar edemediği için üretici tarafından işlenemeyen tarım arazilerinin ihale usulü ile dönemsel olarak kiraya verilmesi farklı birçok soru ve sorunları beraberinde getirmektedir. Öncelikle geçmiş yıllarda uygulanan kiralamalarda kimlerin çıkar sağladığı, kamu arazilerinin dahi belli bir süre sonra takip edilmediği için peşkeş çekilen eş dostlara tapulandığını unutmayalım. Bir yandan atıl arazileri tarıma kazandırmak için %75 hibe destekli TAKE Projesi yürütülürken, diğer yandan kamu eliyle zorunlu olarak başkasına kiralanacak olması ciddi bir çelişkidir. Arazilerin ekilebilir ve kiraya verilebilirliğini tespit edecek komisyon bu konuda ne kadar deneyimli ve yeterlidir? Rayiç bedel olarak hesaplanacak tutar arazi sahibine ne kadar destek olacak? İhale usulü kiralama yapılacak tarım arazisinin mahalle ve köy halkına verilmesinde öncelik nasıl tespit edilecek? Bu sorular yanıt beklerken aklımıza başka bir soru geliyor. Peki, ekilebilir tarımsal arazileri kiraya vererek üretime kazandırmak isteyen iktidar, neden kendi sahiplerine yeterli tohum, mazot, gübre, sulama desteği vererek kullandırılmasını sağlamıyor? Arazi sahibi aynı üretim maliyetleriyle zarar ederken, kiralayan nasıl kar edecek? Sermayeye ucuz üretim ortamı sağlamak istenirken, yeni anlaşmazlıklara yol açacak bu uygulamanın ‘yaptık oldu’ düşüncesi bir çözüm değil, yeni mağduriyetler getirecektir.
Satın alım gücü günden güne düşerken, biz tüketiciler, tarım ürünlerini market raflarında ve pazar tezgahlarında yüksek fiyatlarla satın almaya çalışıyoruz. Tarla ile tezgah arasındaki yüksek fiyat farkına çözüm bulunmazken, yapılan eylemlerden ürünlerin çiftçinin elinden ne kadar ucuza alındığına tanık olduk. Düşük alım gücünün tüketiciyi fiyatı düşük diye merdiven altı, sahte, hileli ürünleri almaya yönelttiğini gördük. Yetersiz denetimlere karşın Tarım ve Orman Bakanlığı’nın açıkladığı son listelerle aslında nasıl sağlıksız gıda tüketmek zorunda kaldığımızı gördük. TÜİK’in makyajlı enflasyon rakamlarının arkasında iktidarın, üreticiyi ve tüketiciyi nasıl kandırdığını da gördük.
Üretim sorunu çözülmeden tüketim sorunu çözülemez, üretim ortamı iyileştirilmeden gıda enflasyonu düşürülemez. Üretimdeki, pazarlamadaki ve tüketimdeki sorunlar sürdükçe, şekilsel destekler verilse de, zorunlu tarımsal üretim planlaması ya da zorunlu arazi kiralama düzenlemeleri yürürlüğe girse de, 2025 yılı ve sonrası tarımda ve gıdada çok daha zor geçecektir.
Alım gücünün gitgide zayıfladığı, ekolojinin yok olduğu, üretimin durduğu politikalarla karşı karşıya olan emekçilerin karşısında; rahat ve rant için ‘ben yaptım oldu’ dayatmaları ile baskılarına devam eden iktidara karşı artık sesimizi daha gür çıkarmak zorundayız. Bizler, kazanılmış haklarımıza, günden güne enflasyon karşısında eriyen ücretlerimize, üretim gücümüze, toprağımıza, gıdamıza, suyumuza, doğamıza karşı gündeme getirilen politikalara karşı artık daha güçlü mücadele etmek zorundayız.Her alanda üretimden ve üreticiden yana politika tercihleri ile kamunun piyasayı düzenleme ve denetleme yetkisini etkin kullanmasıyla ülkemizde tarım ve gıdada yaşanan sorunlar çözülebilir. Yeni dönemde üreticinin alandan çekilmemesi ya da çekilenlerin yeniden alana dönmesi için beklentilerimiz; somut önlemlerle artan üretim maliyetlerinin düşürülmesi, yetersiz ve geç ödenen destekler sorununun çözülmesi, üretim alanında ürün fiyatlarının kamu ya da şirketler tarafından üretici aleyhine baskılanmaması, tarımsal kredilerin üretici lehine düzenlenmesi, süregelen girdi ve ürün ithalatın kısıtlanması, iç piyasada fiyatları düşürme gerekçesiyle ihracat kısıtlamalarına gidilmemesi, tüketicilerin alım güçlerinin artması, özerk güçlü kooperatiflerle gıda tedarik zinciri ve pazarlama kanallarındaki tekelleşme sorununun çözülmesidir.
Tarımda yapısal sorunlar çözülmedikçe, üretim artırılmadıkça, bizleri bekleyen sonuç gıda güvencesizliği ve dışa bağımlı hale gelmek hatta gıda egemenliğimizi yitirmemiz olacaktır. Günden güne nüfusu artan, turizm dolayısıyla gelen konukları beslemek zorunda olan ülkemiz; her koşulda üreticiyi desteklemeli, üretimi artırmalı, gıda enflasyonunu durdurmalıdır.”