Daha İyisini Başaracağız!
Alışılageldiği üzere milli bayramlarda ve her 10 Kasımda Büyük Önderin dehasından, mucizesinden, büyüklüğünden bahsedip minnetle özlediğimizi söyler, sonra da mevcut vaziyeti birbirimize şikâyet ederiz. Gidişattan sorumlu idareleri Atatürk ilke ve devrimlerine uymadıkları konusunda suçlarız. Çoğu zaman idareciler bile ülkenin yönetiminde kendilerinin olduğunu unutup bu eleştirilere katılarak komik durumlara düşerler. Ertesi gün her şeyi unuturuz. Sahibinin sesi medyanın önümüze servis ettiği günlük siyasetin çarpıtmalarıyla başka gündemlere yöneliriz.
Son zamanlarda bu kısırdöngü iyice hızlandı. Neredeyse her gün “bu kadar da olmaz” denilen gündemlerle sarsılıyoruz. “Ne olacak bu memleketin hali” diyoruz.
Hâlbuki konu her ne olursa olsun, yaklaşık 85 yıl öncesinden bir erken uyarı sistemimiz varmış. Başımıza neler gelebileceği konusunda uyarılar ve neler yapılması gerektiği ile ilgili çözümler, üstelik her türlü imkansızlığa rağmen başarılı uygulama örnekleriyle birlikte bütün açıklığı ile önümüze sunulmuş. Artık utanç verici düzeye ulaşan sorunlarımızın çözümüne yönelik şablonlar, sanki bugün ihtiyacımız olacağı bilinircesine o zamandan hazırlanmış. Karanlıkta önümüzü aydınlatacak binlerce meşale misali; kütüphaneler dolusu bilgi ve belge Aydınlık Türkiye için kullanılmak üzere bizi bekliyor.
Peki, nasıl oluyor da meşaleler elimizde olmasına rağmen doğru yola yönelemiyor ve karanlığa sürükleniyoruz?
Biz hep şikayet edip, birbirimizi suçluyoruz. Sürekli yaşananları ve gelinen noktayı teferruatıyla anlatıyoruz. Ama artık malumun defalarca ilanına gerek yok. Zaten herkes her şeyi detayları ile gayet iyi biliyor. Ama ne yazık ki bazılarımız işine geldiği gibi davranıyor. Fırsatını bulan bertaraf olmamak için yandaş olmayı tercih ediyor. Milli ve manevi ahlaki değerler, hak ve adalet güçlünün elinde oyuncak haline geliyor. Sonuç olarak; “ülkenin ele geçirilmesinden” bile “daha elim” ve “daha vahim” durumlar ortaya çıkıyor. “Memleketin dâhilinde”, “şahsî menfaatleri” için güçlülerin emellerini taparcasına yerine getirebilmek için “gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunanlar” giderek artıyor ve güçleniyor.
Her dönem, her yerde, sütü bozuklar hep olacak. Fırsat buldukları ilk anda kendilerine yakışanı yapacaklar. İşte bu noktada herkes elini vicdanına koymalı ve yerini belirlemeli. Ya akıllıca davrandığını sanarak kolay yoldan hayatı boyunca ulaşamayacağı maddi imkânlara ya da mevkilere tamah edecek ya da gerçekten akıllıca davranıp kendini üç kuruşa köleye çevirmek isteyenlere boyun eğmeyecek.
İşte bu ikilem karşısında eğer kendimizi “Türk istikbalinin evlâdı” olarak görüyorsak yapılacak tek şey açık şekilde bellidir. Bu mücadeleyi herkes uzmanı olduğu alanda verecektir. Türk tarım sektörünün uzmanları olarak; her ne olursa olsun, mevcut imkan ve şartlar altında birinci vazifemiz; Türk tarımını korumak, milletin gıda ihtiyacının daima temin etmek ve güvence altına almaktır. Bu görev, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek kadar kutsal ve önceliklidir.
Milli bir kurtuluş savaşı boyutuna ulaşan gidişata çeki düzen verebilmek için muhtaç olduğumuz kudret birlikteliğimizdedir. Bütün dünyada anahtar rolünü ispatlamış kooperatif tipi kolektif yapılar altında örgütlü bir işbirliği içinde olduğumuz sürece çözemeyeceğimiz sorun yoktur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin inançlı yurtsever vatandaşları olarak; ülkümüz Büyük Önder Atatürk’ün ilke ve inkılaplarıyla çizdiği hedeflere, bilimsel, akılcı ve adil yöntemlerle ulaşmak, çağdaş uygarlık yolunda yükselmek ve ileri gitmektir.
Cumhuriyetin yüz birinci yılında Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün izindeyiz.
Birlik ve beraberlik içinde ülkemize sahip çıkma azmi ve gayreti içindeyiz.
Umutluyuz.
Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki kadar heyecanlıyız.
Daha önce başardık.
Yine hem de daha iyisini başaracağız.