Gelir Dağılımı ve Yapay Gündemler
Türkiye’nin en önemli sorunlarının başında gelir dağılımının bozulması sonucu iş-aş sorunu var. Eğitimli gençler beyin göçü veriyor. Ancak bunu yaratan ekonomi-politika görülmüyor, yapay gündemlerle beyinler yıkanmaya çalışılıyor.
Dilerseniz en önemli konularımızdan biri olan gelir dağılımına bakalım.
Gelir Dağılımımız Ne Alemde?
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2023 yılına ilişkin “Gelir Dağılımı İstatistikleri“ne göre, en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, 2023’te bir önceki yıla kıyasla 1,8 puan artarak yüzde 49,8 olmuş.
En düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay 0,1 puan azalarak yüzde 5,9’a gerilemiş.
Bir başka deyişle, ilk yüzde 20’nin aldığı pay, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun nerdeyse 10 katı. Yüzde 5’lik en üst ve en alt dilimlerde ise bu oran çok daha büyük katlara ulaşıyor.
Gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden biri de “Gini katsayısı”. Gini katsayısı, sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, 1’e yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade eder. 2023’te bir önceki yıla göre 0,018 puan artışla 0,433 olarak tahmin edilmiş. Gelir dağılımı eşitsizliği açısından dünyanın en önde ülkelerinden biri olmuşuz.
Gelir Dağılımımız Neden Bozuldu?
Gelir dağılımının bozulmasında ana etmenin, 1980’yi yıllardan beri uygulanan dışa bağımlı neoliberal politikalar olduğunu görme zorunluluğu yok mu? Gözden kaçırılan sakın bu olmasın?
Ana etmen, emekçi sınıf ve katmanların ücretlerini ve sosyal harcamalarının kısıtlandırılması ve de özelleştirmeler ile sermaye sınıflarına kaynak aktarılması ile ortaya çıkan sonuç değil mi?
Ülke ekonomisi, sermaye sınıfının çıkarlarına göre düzenlenmiyor mu?
Büyük sermaye gruplarının ve onların denetimlerinde olan bankaların enflasyondan arınmış karlarını artması rastlantısal mı?
Gelir Dağılımının Gerçek Yüzünü Saklamak İçin Acemoğlu Övgüsü Nereden Çıktı?
Daron Acemoğlu ve James A. Robinson ile birlikte ne yazdılar da Ekonomi Nobeli’ni aldılar?
Acemoğlu ve Robinson, kurumları siyasal ve ekonomik kurumlar ikiye ayırmışlar; “kapsayıcı olanlar ve sömürücü/dışlayıcı olanlar” diye. Siyasal ve ekonomik olarak kapsayıcı kurumlar ekonomik gelişme ve zenginleşmenin temeli imiş.
Dünyaya mal olmuş çözümlemelerine göre; ekonomik büyüme ve zenginlik ya da yoksullaşma kurumlara bağlıymış. Onlara göre en kapsayıcı kurumlardan biri de özel mülkiyet hakkının kendisi ve onu koruyan hukuk sistemi imiş.
Kanımca Acemoğlu ve Robinson çalışmalarında iki önemli konuda saptırma yapıyorlar.
Birincisi; gelişmiş kapitalist ülkelerin demokratik açılımları yaratanın kurumların değil, emekçi sınıflarının örgütlü direnişi olduğuna, bir başka deyişle demokratik kurumları yaratanın emekçi sınıflar olmasına değinmiyorlar. Dahası gelişmiş kapitalist ülkelerin zenginliğinin önemli bir kesimi, Afrika, Asya ve Güney Amerika haklarının köleleştirilmesi ve bu ülkelerden kaynak aktarılmasını görmek istememeleri ya da saklamaları.
İkincisi de; özellikle Türkiye gibi çevre ülkeleri ile ilgili çözümlemelerinde yaptıkları saptırma. Göreceli geri kalmışlığın nedenlerinden biri olan emperyal ekonomik ilişkileri gözden kaçırmaları bunun göstergesi değil mi? Yanı sıra sermaye birikimi için yukarıda değinildiği üzere emekçi kesiminden kaynak aktarımı konusuna değinmek istememeleri.
İşin ilginci, Acemoğlu’nun eğitim hayatının bir bölümünü bu ülkede geçirmiş ve aynı zamanda ana muhalefet partimizin bir dönemler gayrı resmi danışmanlığına soyunmuş olması da kimilerinin gurur duymasına neden oldu. Hatta kimi muhalif yazar ve de TV kanallarında(!) bile övgüler yapıldı.
Özetle, Acemoğlu ve Robinson’un yapıtlarında Anglo-Amerikan kapitalizminin övgüsü var. Kapitalizmin ülkeler, toplumlar ve temelde sınıflar arasındaki çelişkilerini gözlerden kaçırmak istemişler. Bunlara kılıf hazırladıkları için Nobel Ödülü aldıklarını kim inkar edebilir? (*)
Gelir Dağılımında Adaletsizliğini Örtmek İçin Yaratılan Yapay Gündemler Neler?
Gelir dağılımında adaletsizliğini örtmek için yaratılan yapay gündemler arasında türban, darbe ve siyasi figürlerin kişilik haklarına saldırı niteliğindeki karşılıklı çatışmacı ve ayrıştırıcı sert söylemleri hemen akla gelen konular olarak sıralanabilir.
Çatışmacı ve ayrıştırıcı sert söylemler yanı sıra kimi zamanlar da kayıkçı kavgası biçeminden kaynaklanan siyasal iklimle yaratılan yapay gündemlerle; ülkenin ve toplumun gerçek gündemi perdeleniyor. Bu durum, giderek ağırlaşan ekonomik ve sosyal sorunları, işsizliğin ve yoksulluğun artış eğilimini sürdürmesini yaratıyor dolayısıyla özünde gelir dağılımı adaletsizliği örtülüyor.
Soralım, insanlarımızın en temel gereksinmeleri olan gıda maddelerine ulaşması ne ölçüde söz konusu? Pazar yerlerinde çöplerden sebze, meyve toplamıyorlar mı? Çiftçilerimizi büyük bir çoğunluğu, üretimi bırakma eğiliminde değil mi? Esnafımız siftah yapmadan dükkanlarını kapatmıyor mu? Emeklilerin başta olmak üzere sağlık hizmetlerine erişmesi ne alem de? Hastane kuyruklarında çaresiz değiller mi?
Dipnot:
(*) Üstelik Acemoğlu’nun, yapmış olduğu bir röportajda, Atatürk ve laik Cumhuriyet karşıtı İkinci Cumhuriyetçiler ile siyasal İslamcıların temelsiz ve çarpık tezlerini de tekrarladığı biliniyor; “Atatürk, o sırada politik sistemi açabilmek gibi bir elinde opsiyon olmasına rağmen tam tersini yapıyor. Elinde gücü merkezileştirmeye çalışıyor. Yani mümkün müydü gerçekten daha demokratik bir şey olması? Belki de mümkündü. Niye? Çünkü Osmanlı’dan başlayarak yani I. Dünya Savaşı’ndan önceki parlamentolara bakarsanız daha çoğulcu bir sistem var” diyor.
Bu söylemine, en hafif bir eleştiriyle, “sığ ve yanlış bir tarih okuması” demek gerekmiyor mu?