Toprağı Yönetmek
Toprağın çok sayıda tanımı bulunmaktadır. En anlaşılır ifadeyle “Atmosfer ile taş küreyi, tatlı su ile tuzlu su alanlarını birbirinden ayıran bir ara katman, insan, birçok bitki ve hayvan için yaşam alanı sunan canlı kürenin bir parçası, gezegenimizin yaşayan, nefes alan derisi” topraktır.
Tarihsel olarak insanın hemen her şeyinin toprak üzerinden şekillendiği görülmektedir. Medeniyetlerin oluşumu, siyasal ve toplumsal düzenin kurulmasında da toprak, belirleyici olmuştur. Günümüzde de siyasal, kültürel ve iktisadi özelliklere göre çeşitli kavramlarla anlamlandırmalar yapılarak toprağa verilen önem ortaya konulmaktadır.
Türk toplulukları her dönem toprağa büyük önem vermiştir. Toprak, “Vatan” kavramıyla siyasal olarak yüceltilmiş, “Toprak Ana” kavramıyla kültürel bağlılık kurulmuştur. Toprağın iktisadi yönü ise “Mülkiyet” kavramlarıyla nitelendirilmiştir. Mülkiyet fiziki yapıya dönüştüğünde “Emlak”, biyolojik özellikleriyle insan beslenmesine hizmet ediyorsa “Tarımsal Kaynak” kavramıyla ifade edilmiştir.
Toprağın nasıl kullanılacağı ve tarımsal üretimin nasıl yapılacağı politikalarla belirlenir. Toplumların gelişmişlik seviyesi, refah düzeyi ve çevre duyarlılığı yaklaşımı, toprağın ne şekilde kullanılacağı hakkında farklı görüşler ortaya çıkarmakta ve politika oluşumuna etki etmektedir. Politika oluşturucular, bir taraftan toprağın/doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı sorumluluğunu taşırken bir taraftan da gıda arzında kendine yeterlik anlayışı gibi reel durumu yönetmekle sorumludurlar.
Toprağı salt zemin olarak görmek, toprak yönetimini kolay gören anlayıştır. Fiziksel ve biyolojik özelliklerini dikkate alarak toprağı yönetmek ise zor hatta oldukça meşakkatli bir iştir. Toprağı yönetmenin zor ve meşakkatli olduğunu bilmek, toprağın biyolojik özelliklerini sürdürebilir kılmak, fiziksel özelliklerine göre mekânsal düzenler kurmak demektir.
Toprak üzerinde mekânsal düzenler kurulurken karar süreçlerinde; toprak fiziği, toprak kimyası ve toprağın biyolojisi gibi özellikler bilinerek hareket edilmektedir. Bu özellikler temelinde oluşturulan haritalar, toprak etütleri ve planlar toprağın kullanım amacına hizmet etmektedir.
Bir imar planı uyarınca imar parseli durumuna getirilerek üzerinde yapı alanı oluşturulan alanlara “arsa” tanımlaması yapılmaktadır. Tarımsal üretime imkan sağlayan alanlar da “arazi” olarak tanımlanmaktadır.
İmar kararları ve üzerine yapılan yatırımlar arsanın değerini belirleyen/artıran etkenlerdir. Arazinin değerini ise toprağın verimliliği ve tarımsal faaliyetin özelliği belirlemektedir. Bu durumda arsa üzerine kurulan yapının dayanıklılığı, tarımsal kaynakların ise verimliliğinin sürdürülebilir olması “değer bakımından” önem taşımaktadır.
Günümüzde arsa üzerinden edinilen değer artışları, servet fırsatçılığına dönüşmüştür. Bu anlayış ne yazık ki biyolojik değeri yüksek tarımsal toprakların üzerinde de yapılar oluşmasına yol açmaktadır. Nitekim tarım bir taraftan doğal koşullara bağlılık ve biyolojik sistemler gibi dışsal faktörlerden etkilenirken bir taraftan da toprağın amaç dışı kullanımı gibi yönetimsel faktörlerin etkisinde kalmaktadır.
Amaç dışı kullanım, toprağın biyolojik değerini öldürmektedir. Sel, çığ, heyelan ve deprem gibi fiziksel afetler toprağın yönetimini zorlaştırırken, biyolojik değerini kaybeden toprağın verimliliği kaybolduğundan tarımsal niteliği azaltmaktadır. Hem fiziksel afetler hem de toprağın biyolojik değerini yitirmesi gıda arz yeterliği sorununu gündeme getirmektedir. Gelinen noktada gıda fiyatlarının yüksekliği ve yıkılan konutların can alıcı etkisi toprağın iyi yönetilmesi gerekliliğini/zorunluluğunu göstermektedir. Çünkü gıda fiyatları günlük yaşamda cep yakmakta, deprem çoğu zaman can almaktadır.
İçinde bulunduğumuz olağanüstü durumda, kriz yönetimi kapsamında üretilen çözümler kısa vadede etkili olacaktır. Esas olan uzun vadeli çözümler üretmektir. İçinde bulunduğumuz olağanüstü yaşanmışlıkların izlerini taşısa da yaşadığımız toprakların özelliklerine göre uzun vadeli çözümler üretmek pek kolay olmayacak gibi gözükmektedir.
Sonuç olarak; milletimizin tarihsel geçmişinden ve modern dünyanın uygulamalarından referansla uzun vadeye yönelik çözümler üretilmelidir. Bu çerçevede; mülkiyet yerine, topraktan yararlanma yaklaşımı tartışılmalıdır. Bu yaklaşım tarımsal arazilerin miras yoluyla bölünmesine son verebileceği gibi, toprağı elde bulundurmanın rantına da son verebilecektir. Buradan yansımayla, zenginliği emlak fırsatçılığında arama yerine toprağın fiziksel gücünü akılda tutan ve biyolojik değerini koruyan anlayış egemen olacaktır.