Umudun Toprakları ve İnsanları
Tarımı ısrarlı biçimde konuşup gündemde tutmaya çalışanların haklılığı, her geçen gün ortaya çıkıyor. Dünyanın son birkaç yılda yaşadığı olaylar ve krizler; tarımın, tarımsal üretimin ve dolayısıyla gıdanın önemini gözler önüne sermeye devam ediyor. “Yeni normalleri” ile gelen pandemi ve devam eden savaşlar; yakın gelecekte, iklim, su, enerji ile beraber tarım ve gıdanın ne anlama geldiğini ortalama beyinlere anlatmaya başladı. Artık biliyoruz ki dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Türkiye dünyanın sayılı tarımsal üretim gücü olmanın gereğini ve kazanımlarını, yeterli seviyede anlayamamış gibi gözükmektedir. Tarım hiçbir sektörün alternatifi veya karşılığı değildir. Sanayi, turizm, bilişim vb. gibi sektörler kendi yollarında ilerlemelidir ve bu sektörlere gerekli destekler verilmelidir. Ancak tarımın önemi ve itibarı da anlaşılmalıdır. O nedenledir ki dünyanın en büyük ekonomilerine sahip gelişmiş ülkeler- Japonya özel koşulları nedeniyle hariç olmak üzere- diğer sektörlere verdikleri değer ve önemi tarım sektörüne de vermektedir. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinin, büyük tarım üreticisi ve ihracatçısı olmaları tesadüf değildir. Aksine stratejik ve derinlikli bir akıl ve planlamanın sonucu, o ülkeler hem kendi yurttaşlarını hem de dünyayı beslemeye gayret etmektedir.
Ülkemiz de kendi yurttaşlarını, misafir ettiği turistler ve mülteciler ile göçmenleri doyurmaya çalışmaktadır. Şimdilik kendi kendine yetebilen ülke olmakla beraber işlerin değişmeye başladığını görüyoruz. Son yıllarda artarak devam eden tarım ve gıda ürünleri ithalatı, sonuçları ve etkileri yönüyle, iyice çalışılması ve üzerinde durulması gereken alanların başında gelmektedir. Ülkemiz, “net tarım ihracatçısı” olma vasfını kaybetmek üzeredir. İthalat hızla büyümekte ve ihracat ile arasındaki makas daralmaktadır. Bu durumun yıkıcı sonuçları kendini iyice göstermeye başlamıştır. Son 8-10 yılda, Çiftçi Kayıt Sistem(ÇKS)’nde yer alan kişi sayısı 3 milyonun biraz üzerinden 1,8 milyona kadar gerilemiştir. Tarımdan kopuşların hızla artması sonucu, tarımsal üretimde kalanların yaş ortalaması ülkemizin emeklilik yaşı sayılan 55-56’yı çoktan geçmiştir. Enerjisi ve eğitimleri ile büyük işler yapabilecek gençler, tarımın dışında kalan alanlarda kendilerine yer aramaya devam etmektedir. Milli gelirden kişi başına düştüğü söylenen rakamın üçte biri, bugün, tarımda çalışanların/çiftçilerin eline geçmektedir. Kırsal kalkınmanın doğal sonucu ve talebi olan en sıradan koşullar bile sağlanamadığı için tarımdan kopuşlar hızlanmaktadır.
Sayılan belli başlı olumsuzluklar; göç, istihdam, gelir, yerleşim, eğitim, altyapı, sağlık, gıda enflasyonu vb. gibi her biri ayrı bir sorunlar kümesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugüne kadar yapılanlar ise sorunları yeterli seviyede anlamadığımızı ve bundan dolayı da kalıcı ve akılcı çözümler bulamadığımızı göstermektedir. Oysaki tarımdaki gerçekçi ve kapsayıcı politika ve uygulamalar, diğer alanları da destekleyecek ve bütün ülkeyi rahatlatacak adımlar olabilecektir. Çünkü tarımın GSMH içindeki payı halen yüzde 6 civarındadır ki bu rakam istatistiki veri olmanın çok ötesinde anlam ifade etmektedir; beslenme, barınma, istihdam, iç barış, gıda egemenliği vb. gibi.
Aslında yapılacaklar listesi elimizin altındadır. Israr ve inatla tarımsal üretime devam etmeye çalışanların/çiftçilerin eğitim, sağlık ve altyapı gibi hizmetlere erişimi; yaygın, ulaşılabilir ve kolay hale getirilmelidir. Alın terinin kutsallığı yeniden hatırlanmalı ve üretenin emeğinin karşılığı verilmelidir.
Üretimin, bağımsızlığın -özellikle bizim ülkemizde tarımsal üretimin- en temel koşulu olduğu anlaşılmalıdır. İnsan onuruna yaraşır biçimde çalışma ve yaşam koşulları bu ülkenin “efendileri”nin en sıradan talep ve haklarıdır. Bu talepler karşılanmalı ve haklar teslim edilmelidir.
İşe, bilimsel ve evrensel değeri olan eğitim, bilinç ve örgüt/örgütlenme alanlarından başlamak, şimdilik iyi bir başlangıç sayılacaktır.
Bu topraklar ve bu toprağın insanları, umudun var olma ve büyüme nedenidir…