İkinci Yüzyılın İnananları
Gerçekten inanan insanların yapamayacağı şey yoktur. Örneğin yüzyıl önce ülkenin dört yanı işgal edilmişken, onlarca yıl süren savaşlar sonunda direnebilme gücü tükenmişken, elde avuçta bir şey kalmamışken bu ülkenin inanan insanları, “Ya bağımsızlık ya ölüm” diyerek Büyük Önderin izinde destan yazmışlardır. Bu destanı tam bağımsızlık ve laik Cumhuriyet ile taçlandırmışlardır. Ama esas iş yeni başlamaktadır. Kurtuluş Savaşı ile kazanılan zaferin her alanda amacına ulaşabilmesi ekonomik alanda da tam bağımsızlığın kazanılmasına bağlıdır.
Savaş alanlarında kaybedenler, bizi Lozan’da sıkıştıracaklarını ve masada yeneceklerini sanmaktadırlar. İşte tam bu sırada İzmir’de 1135 delegenin katıldığı tam 2 hafta (17 Şubat-4 Mart 1923) süren bir İktisat Kongresi düzenlenmişti. Aslında bu hareket bütün dünyaya karşı büyük bir başkaldırıydı. Buradaki kararlardan alınan güç ile artık yeni bir Türk Devleti olduğu ilan ediliyordu. Geçmişte ekonomiye büyük zararlar veren kapitülasyonların ve imtiyazların kabul etmeyeceği açıkça belirtiliyordu. O güne kadar yaşanan buhranların ekonomide oluşturduğu yükün neden olduğu sorunların çözümü, ülkenin kalkınabilmesi için başta onlarca yıldır savaşan halkın artık üretici olması ve refah düzeyinin artırılmasına yönelik birçok karar tam yüz yıl önce yine bu inançlı insanlar sayesinde alındı.
O gün alınan kararların büyük çoğunluğu kısa sürede hayata geçirildi. Meşhur karma ekonomi modelinin temelleri atıldı. Kısa sürede birçok alanda dev işletmeler, KİT’ler kurularak ekonomide muazzam ilerlemeler sağlandı. Hasta adam dünyanın en büyük 13. ekonomisi haline dönüştü. Az zamanda çok ve büyük işler başarıldı.
Aradan geçen yüzyıl sonunda bugün gelinen duruma baktığımızda maalesef o günlerdeki hızımızı ve inancımızı kaybettiğimiz görüyoruz. Dünya ekonomisindeki sıralamada 2 kat daha geriye gitmişiz. Öyle günler yaşıyoruz ki; durumumuz işgal altında savaşan Ukrayna’dan bile daha kötü. Örneğin dünyanın en yüksek enflasyonu ile onları geçmiş durumdayız. Üstelik gıdadaki enflasyon tarım ülkesi olmamıza rağmen inanılmaz yüksek. Alım gücü deseniz daha da beter. Çalışanların büyük bölümü asgari ücretli, esnaf, emekli ve özellikle çiftçi ise asgari ücret bile alamıyorlar. Neredeyse dünya fakirlik sınırı olan kişi başı günlük 2 dolar gelire düşmek üzereyiz. Hane halkı gelirinin sadece karın tokluğuna yettiği düşünülürse; pamuk tarlasında çalıştırılan 19. yüzyıl zenci köleleri durumunu anımsıyoruz. Maalesef bundan bile daha kötü bir durum var. BM’nin resmi rakamlarına göre; savaşta bugüne kadar ölen Ukraynalıların sayısı 7 bine ulaştığı halde biz de çok olağan bir doğa olayı karşısında 50 bine yakın vatandaşımızı kaybettik. Canlı canlı enkaz altında kalanlar, günlerce soğukta, “imdat” diye bağırarak vefat ettiler.
Sonuç ortada ama inancımızı kaybetmeyeceğiz. İmkan ve şartlar ne olursa, olsun Atamızın verdiği vazifemizi yerine getireceğiz. Bu inançla ülke sevdalısı insanlar, ülke ekonomisinin geldiği bu durum karşısında, “ yeter artık” diyorlar.
Yüzyıl önceki aynı heyecan ve inançla İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi yapılıyor. Yaklaşık 7 aydır binlerce kişi defalarca bir araya gelerek bir ön çalışma yaptı. Hazırlıklı ve bilinçli bir çalışma yapılacak. Cumhuriyetimiz ikinci yüzyılında yapılacaklara ilişkin önemli kararlar alınacak. En önemlisi o gün olduğu gibi bugün de gerçekten inananlar tarafından iç ve dış mihraklara fırsat verilmeyecek.
Bu sefer geçen yüzyılda yapılan hataların ve eksikliklerin tekrarlanmamasına dikkat edilmelidir. Özellikle tarımda yapılan intihar niteliğindeki hatalardan vaz geçilmelidir. Çiftçinin üretemediği için tarımdan koptuğu, tüketicinin almaya gücünün yetmediği ama en acısı tarım – doğa dengesi bozulduğu için gıda üretim kaynaklarının düşüncesizce tüketildiği bir “cinnet dönem” yaşanmaktadır. Tarımda üreticinin kendi örgütlü gücüne dayanmayan, desteklerle dökme su misali durumun idare edildiği, liyakatsiz kadrolarla kaynakları heba ettiği bu sistem – sonunda- hem çiftçi hem tüketici asıl önemlisi de enkaz altında ölen insanlarımız açısından tükenmiştir.
Gıda üretim kaynaklarımız olan dere yatağı, düz tarım ovaları, özel mikro klimalar, sulak alanlar, baraj havzaları, sahiller, ormanlıklar gibi yerlere yapılan doğa karşıtı her yapılaşma, ilk etapta sadece oraya yerleşen insanımızı öldürmektedir. Ama asıl cehennem sonrasında saklıdır. Küresel iklim değişikliğinin de etkisiyle sanılandan daha kısa bir süre sonra bütün vatandaşlarımızı açlıkla yüzleşecektir. O zaman kıyım çok daha büyük olacaktır. Tarım ve doğa ilişkisi denge üzerine kurulu olmazsa ve korunmazsa; Takdir-i İlahi olarak doğa bunun intikamını önce felaketle sonra da açlıkla mutlaka alacaktır.
Ölenlerin daha kırkları çıkmadan, gözünü şeytani şekilde rant hırsı bürümüş kişiler, depremi fırsata çevirip yeni ihaleler kapabilmek amacıyla çarçabuk yine aynı hataları hızla yeniden tekrarlanmaya çalışmaktadırlar. Anayasamızda doğa, toprak, su ve tarım ilişkisi çerçevesinde tarım, orman ve doğa alanlarının korunması ve kullanımı ile ilgili kısıtlayıcı hükümler olmasına rağmen göz göre göre suç işlenmektedir. Zamanında tevekkül ile yeterli tedbiri almayanlar yaşananlara kader diyerek sorumluluğu Allah’a atmaktadır. Allah’ın bize lütfettiği aklı kullanabilenler durumun farkındadır. İslamiyet’e aykırı şekilde topluma dayatılan kadercilik yaklaşımı eğer bilinçsizce yapılıyorsa cahillikten, bilinçli yapılıyorsa Allah’a inançsızlıktandır.
Artık hepimiz biliyoruz ki; yapılanlar bilinçlidir ve bu zihniyet aşılamadıkça, aklın ve bilimin ışığında hiç iş yapılamayacaktır. Kimsenin Yüce Türk Milletine aynı acıları her defasında daha ağır bedellerle yaşatmaya, varlık içinde yokluk çektirmeye hakkı yoktur.
Rahmetli babamın çok sinirlendiğinde söylediği bir sözü vardı. Büyük ahlaksızlık yapanlara, “Kuldan utanmıyorsan, bari Allah’tan kork” derdi. Bu tür alçaklara fırsat vermemeliyiz. Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde, iman dolu göğsümüzle dik durma cesaretini göstermeliyiz. Bunun için çok önemli fırsat yakalamış durumdayız. İkinci yüzyılın İktisat Kongresinde, bilimsel ve etik değerler çerçevesinde, birlik ve beraberlik içinde ülkemize sahip çıkma azmi ve gayretiyle,
“Artık Bir Şeyler Yapmalıyız”.