Köşe Yazısı

Şap Hastalığı

Ülkemiz hayvancılığı, ne yazık ki, şap hastalığı tehdidi altında. Resmi makamlarca 9 Mart 2023 tarihinde ŞAP virüsünün SAT2 tipi ile karşı karşıya olduğumuz açıklandı. SAT2 ülkemizde daha önce görülmeyen, Afrika’da sıkça görülen bir serotip. İyi haber ise, kısa sürede bu tipe karşı aşının hazırlanmış olması.

Tabii ki aşının üretilmiş olması çok önemli. Ama yine de hayvancılıkla ilgilenen herkesin biyogüvenlik kurallarına tamamen uygun şekilde davranması gerekir. O yüzden Yenigün Gazetesinde 5 Ekim 2019 tarihinde yayınlanan “Biyogüvenlik” başlıklı yazımı tekrar yayınlamayı uygun gördüm. Dilerim önemli bir hasar ile karşılaşmadan bu virüsü başımızdan defederiz. Geçmiş olsun.

 

BİYOGÜVENLİK

Hayvancılık yapılan işletmelerde biyogüvenlik koruyucu hekimliğin de üzerinde, büyük bir öneme sahip olup, geniş bir çerçeveyi kapsar.

İşletmelerin kuruluşunda biyogüvenlik ile ilgili her türlü önlemin alınmış olması şarttır. Kuruluş ve inşaat aşamasından sonra da, işletme döneminde, her konuya biyogüvenlik bilinci ile yaklaşılmalıdır. Demek ki; önce biyogüvenlik.

Biyogüvenlik işletmenin sürdürebilirliği, kazancı için de büyük önem taşır. Maliyetlerin düşürülmesi, verimi kısıtlayıcı faktörlerin önlenmesi biyogüvenlik ile mümkündür.

Hayvanlara zarar verebilecek olan bakteri, virus, protozoa gibi etkenlerin işletmeden uzak tutulması biyogüvenlik uygulamaları ile mümkün olur. Biyogüvenliğin temeli “maruz kalmayı” önlemektir.

Öncelikle bir çevre çiti yapılmalıdır. Yabani hayvanların, komşu işletmelerdeki hayvanların ve insanların işletmeye girişleri kontrol altında olmalıdır. Çiftlik girişinde bir dezenfeksiyon çukuru bulunmalı ya da bu görevi gören bir sistem olmalıdır. Çiftliğe gelen her araç bu düzenekten geçmelidir. Çalışanların ve ziyaretçilerin girişleri de kontrollü olmalıdır. Dezenfeksiyon, galoş vs..

Çiftliğe sonradan giren hayvanlar mevcut sürüye karıştırılmamalı, işletmede mutlaka bir karantina bölümü bulunmalıdır. Kuluçka dönemindeki hastalıklar henüz klinik belirti
göstermezler. Fakat bir süre sonra kötü bir durumla karşılaşabiliriz. O zaman iş işten geçmiş olur.

Karantina bölümünde hayvan varsa, o günlerde çalışanların ve ekipmanların da ayrı olması gerekir. Çünkü klinik belirti göstermeyen karantinadaki hayvanlar aslında hastalığı saçmaktadır. ABD ve Avrupa’da işletmeye sonradan girecek olan hayvanlar önce teste tabii tutulurlar. Bizim ülkemizde ne yazık ki; Bruselloz ve Tüberküloz
(verem) yaygındır. Buna rağmen biz onlar kadar dikkatli değiliz. Üstelik bu hastalıklar Zoonoz, yani hayvanlardan insanlara bulaşabilen hastalıklardır. ABD ve Avrupa’da Staphylococcusaureus ile ilgili test yapmadan içeriye hayvan almıyorlar. Bu konu böyle önemli. Biz de işletmelerimize paramızla dert almasak çok iyi olacak.

Hayvancılık işletmelerinden kuş, sinek ve kemiricileri uzak tutmalıyız. Bunlar hastalık taşıyıcısı olabilirler. Araçların, çalışanların, ziyaretçilerin, binaların, tüm yapıların temizlik ve dezenfeksiyonu biyogüvenliktir. Özellikle çizmeler, ayakkabılar hastalık etkeni taşıyabilirler. Gübrelerin, atıkların özellikle de atık suyun bertaraf edilmesi biyogüvenliktir. Kronik hastaların, taşıyıcı halindeki hayvanların tespiti ve sürüden çıkarılması biyogüvenliktir. Periyodik test yapılması şarttır.

Bazı hastalıkların önlenmesi için ağız sütünün pastörizasyonu önemlidir. (Örneğin; John Hastalığı = Paratüberküloz).

Çok önemli bir biyogüvenlik önlemi de ölen hayvanların uygun şekilde bertaraf edilmesidir. Bu konuda kamu otoritesinin işletmelere yardımcı olması gerekir. Yerel yönetimler, tarım örgütü veya görevlendirilmiş kuruluşlar hayvan leşlerini ihbar üzerine yerinden alıp, uygun şekilde imha etmelidirler. Hastalıkların yayılmasının engellenmesi, sağlıklı hayvanların hastalık yapıcı her türlü etkene maruz kalmalarının önlenmesi, bu yönde proaktif (önleyici) bir bakış açısıyla çalışılması biyogüvenliğin başlıca ilkesidir.

Tarım Bakanlığının ülkesel boyutta resmi talimatlarına kesinlikle uyulmalıdır. Fakat ayrıca her işletmenin yazılı bir biyogüvenlik talimatı olmalı, standart olarak (SOP) belirlenenler mutlaka uygulanmalıdır. ABD ve Avrupa’da biyogüvenlik ile ilgili bilgisayar
programları ve kitaplar satılmakta, hatta bazı ülkelerde Tarım Bakanlığı ya da üniversiteler tarafından program veya kitapçıklar ücretsiz olarak üreticilere verilmektedir.

Her alanda olduğu gibi biyogüvenlikte de eğitim şarttır.
Eğitim ve kontrol, hayvan sağlığı, insan sağlığı ve dolayısıyla toplum sağlığı için kesinlikle birlikte sürdürülmelidir.

 

Tahir S. Yavuz
Tahir S. Yavuz 1957 yılında Bursa’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Gemlik’te tamamlayan Yavuz, lise öğrenimini Bursa Erkek Lisesi’nde 1974 yılında tamamladı ve aynı yıl İstanbul Veteriner Fakültesi’nde öğrenimine başladı. 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nden mezun oldu. 1983 yılı Nisan ayına kadar Bursa Hayvan Hastanesi’nde Veteriner Hekimlik, Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nde asistanlık yaptı. 1983-1988 yılları arasında Pınar Et’in kuruluş ve işletmesinde görev aldı. Pınar Et’te çalıştığı yıllarda tanıştığı meslektaşlarıyla 1988 yılında Ege Vet’i kurdu. 1988-1998 yılları arasında Amerikan Yemlik Tahıl Konseyi’ne danışmanlık hizmetleri verdi. Ege Vet Genel Müdürü olarak görev yaptı. Ata Fen ve Sürü Yönetimi şirketlerinin kuruluşunda yer alan Yavuz, mesleği ile ilgili olarak çok sayıda makalelerini 2009 yılında “Meslekte 30 yıl” ve 2014 yılında “Meslekte 35 yıl” kitaplarında topladı ve yayınladı. Daha sonra 12 adet kitabı yayınlandı. Mesleğiyle ilgili gazetelerde, dergilerde, internette köşe yazıları halen yayınlanmakta ve çeşitli TV programlarında bilgilerini paylaşmaktadır. Yurtiçinde ve yurtdışında birçok mesleki örgüte üye olan Yavuz, bir dönem İzmir Ticaret Odası Meclis Üyeliği yapmıştır. SETBİR Yönetim Kurulu Üyeliği görevini yürütmektedir. Yavuz, VİSAD, İZSİAD, İzmir Tarım Grubu ve TAGYAD üyeliklerini de sürdürmektedir. Yavuz, Veteriner Hekim Dr. Nuran Yavuz ile evlidir.

    İlgili başlıklar

    Yorum yapın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir