“Tarımın Sorunlarına ‘Piyasacı’ Değil ‘Kamucu’ Yaklaşımla Çözümler Aranmalıdır”
Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Yönetim Kurulu tarafından yeni hükümet ve tarım sektörünün beklentileri ile ilgili yazılı bir basın açıklaması yapıldı. Yönetim Kurulu adına Başkanı Hüseyin Demirtaş imzasıyla yapılan açıklamada şunlar ifade edildi:
“Tarım sektörünün tüm bileşenleri, Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından açıklanan yeni kabinede Maliye Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı başta olmak üzere ekonomi yönetiminde yapılan kadro değişikliklerinin önümüzdeki dönemde uygulanacak tarım politikalarını nasıl etkileyeceği sorusunun cevabını aramaktadır.Biz, bu koşullarda yeni hükümetin uygulayacağı tarım politikalarında önemli bir değişiklik yaşanmayacağı düşüncesinde olmakla birlikte önümüzdeki dönemde yapılması gerekenler konusundaki görüşlerimizi ve beklentilerimizi kamuoyuna açıklamayı bir görev olarak kabul ediyoruz.
Ülkemizde tarım sektörünün bir darboğaza girdiği, çiftçilerin yüksek girdi fiyatları nedeniyle üretimi sürdürmekte zorlandığı, ekilmeyen toprakların arttığı, tarım topraklarının amaç dışı kullanılarak yitirildiği, tarımsal nüfusun azalarak yaşlandığı bilinen gerçeklerdir. Bu süreç sonucunda ülkemiz birçok tarım ürününde dışa bağımlı hale gelmiştir.
Oysa bir zamanlar ülkemiz gıda sektörünün hemen tüm alanlarında kendine yeterli olan tarım ve hayvancılık alanında önemli ihracat geliri sağlayan bir ülkeydi.Bu olumsuz değişim, 1980’li yıllardan bu yana devlet yönetimine egemen olan ‘piyasacı’ yaklaşımların bir sonucudur.
Bu değişim aşama aşama gerçekleşmiştir. 1980 yılında Turgut Özal’ın hazırladığı 24 Ocak kararlarından başlayarak 12 Eylül darbesi döneminde ABD’nin ülkemize empoze ettiği politikaların benimsenmesi, Özal’ın başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı dönemi, daha sonra Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde uygulanan özelleştirme politikaları, Bülent Ecevit döneminde IMF ve Dünya Bankası tarafından hazırlanan ve bu bankanın yöneticilerinden Kemal Derviş tarafından uygulanan “Tarım Reformu Uygulama Projesi” bu değişimin odak noktalarıdır.Bütün bu uygulamalarda esas olarak ‘serbest piyasa’nın ihtiyaçları ön plana alınmış, ülke ekonomisinin temelini oluşturan tarım sektörünün çıkarları ise göz ardı edilmiştir.
20 yılı aşkın AKP iktidarı döneminde de ekonomi esas olarak bu anlayışla yönetilmiştir. Bu dönemin diğerlerinden farklılığı, dünyada 2000’li yıllardan itibaren hızlanarak artan ‘sıcak para’ dolaşımının 2001 yılında Kemal Derviş tarafından gerçekleştirilen ve tarım kesiminden aktarılan kaynaklarla finanse edilen bankacılığı kurtarma operasyonunun da etkisiyle ülkemize yönelmiş olmasıdır.Bu yöneliş kredi sektöründe büyük bir canlanma yaratmış, bu canlanmadan tarım sektörü de nasibini almıştır. Örneğin 2000’li yıllardan itibaren tarım kredileri miktarı artmış, tarımsal üreticiler düşen fiyatlar ve özelleştirme sonucu artan girdi fiyatlarının yarattığı açıkları kredi kullanımı yoluyla borçlanarak kapatmışlardır. AKP döneminde Kemal Derviş Reformu(!) ile tamamen kaldırılan ürün destek primlerinin sınırlı da olsa tekrar getirilmesi bu ortamda tarım sektöründe geçici bir canlanma yaratmıştır. Ancak bütün bunlar üreticilerin gerçek gelirlerinin artması sonucunu doğurmamış, aksine üretici borçları hızla artmıştır.
Günümüzde çiftçi borçları sorunu tarımsal üreticilerin karşısındaki en büyük sorunlardan biridir. Üreticiler artık bu borçların faizlerini bile ödemekte zorlanmaktadır. Ardı ardına borç yapılandırmalarına gidilmesi de bu durumu göstermektedir.
Tarımsal üretimin önündeki bir diğer büyük engel de girdi fiyatlarının yüksekliğidir. Bu olgunun da altında yatan sebeplere baktığımızda çiftçilere ucuz girdi sağlayan gübre ve yem fabrikalarının özelleştirilmesi ya da kapatılması, ilaç sanayiinin geliştirilmemiş olması gibi olgularla karşılaşıyoruz.
Sonuç olarak TZD olarak beklentimiz ‘pansuman’ niteliğindeki önlemlerle 1980 yılından bu yana egemen olmuş politikaların terk edilerek yeni bir tarım politikası benimsenmesi ve bu politikanın hayata geçirilmesidir.
AKP yönetimi döneminde hazırlanmış olan ‘Milli Tarım Politikası’ başlıklı metni bu yolda atılan bir adım olarak görmüş ve desteğimizi açıklamıştık. Ancak bu metin kağıt üzerinde kaldı; uygulamada değişen bir şey olmadı. Daha sonra toplanan Tarım Şurası’nda bu programın uygulanacağı vaat edilse de durum değişmedi. Aksine tarım sektörünü yerli ve yabancı büyük sermayenin çıkarları doğrultusunda düzenleyecek bir holding kurulmasına yönelik bir girişim yapıldı. Bu girişim, tarım sektörünün ve üreticilerinin tepkisi nedeniyle güçlükle engellenebildi; ancak ekonomik ve mali politikalar tarım sektörü değil piyasa ve finans sektörünün çıkarları temelinde yürütülmeye devam edildi.
Yeni hükümetin tarım politikaları bu olumsuz tecrübeden yararlanılarak hazırlanmalı ve uygulanmalıdır.
İlk aşamada ‘akut’ hale gelmiş girdi fiyatları düşürülmeli ve çiftçi borçları konusunda faizlerin işletilmemesine yönelik gerçek anlamda bir ‘yapılanma’ gerçekleştirilmelidir.
Bu yıl ekim döneminde yaşanan kuraklık ve ardından gelen aşırı yağışlar tarımsal rekolteler üzerinde olumsuz bir etki yapmıştır. Bu durum ürün alım fiyatlarının belirlenmesi sürecinde göz önüne alınmalıdır. Açıklanan buğday ve arpa alım fiyatları çiftçilerimizin beklentisini karşılamamıştır. Bu politikanın sürdürülmesi üretimi sürdürmekte zorlanan çiftçilerimizin daha da güç duruma düşmesine neden olacaktır. Özellikle depremden etkilenen bölgelerde yaşayan evleri ve hayvanlarını yitirmiş çiftçiler kuraklığın ardından yaşanan sel olayları nedeniyle büyük bir yıkıma uğramış bulunmaktadır.
Ürün alım fiyatlarının gözden geçirilmesi ve deprem ve sellerden zarar gören üreticilerin zararların en kısa zamanda tazmin edilmesi çiftçilerin üretime devam etmeleri açısından büyük bir önem taşımaktadır.”