Planlamada İşin Özünü Unutmadan…
Son zamanlarda tarım camiasında en çok tartışılan konuların başımda üretim planlaması geliyor. Gıda üretiminde “dünya devi” olan ülkemiz, “gıda enflasyonu”nda da dünya lideri olunca ortaya sanki ülkemizde hiç tarım politikası yokmuş ve planlama yapılmıyormuş gibi iddialar atılmaya başladı. Elbette ki mevcut durumdan ve gidişattan memnun olmayabiliriz ama yıllardır çıkartılan mevzuat, verilen desteklemeler ve köylere kadar ulaşan idari teşkilat olmasına rağmen bunları söylemek biraz haksızlık oluyor. Bununla birlikte bugüne kadar yapılanları yok sayarak, bir de üstüne sanki yeni bir şeyler icat ediyormuş gibi göstererek siyaseten çıkarımlarda bulunmak da bir o kadar yanlış.
Öncelikle genel bir durum tespiti yapalım. Bin yıldır işi çiftçilik olana, “sen anlamazsın, yapamazsın” diyerek, bir takım kısıtlama ve engeller ile hükmetmek ve çiftçi emirlere uymazsa cezalandırılmak zaten hiçbirimizin tasvip etmeyeceği bir durum. Üretim planlaması amacıyla çıkartılacak mevzuatla dünyadaki uygulamaların tersine eski komünist rejimlerdeki gibi devletin tek başına karar vermesi de yine hiç birimizin kabul etmeyeceği bir durum. Ama devletten önce Amerika’daki, Avrupa’daki hatta Rusya’daki emsalleri gibi bu işte sorumluluk alması gereken üretici örgütü sivil toplum kuruluşlarının yeterince ön plana çıkmamaları da ülkemizde, “bizim örgütlerden hiç bir şey olmaz” diyenleri maalesef haklı gibi gösteren başka bir durum. Bütün bunlar tarımda liyakatin ne kadar önemli olduğunu gösteren önemli bulgular.
Bu tespitlerden sonra üretim planlaması taslağı ile ilgili birçok kurum ve kuruluşun görüşlerini değerlendirdiğimizde genel itibariyle olumlu şeyler söylenmediğini görüyoruz. İlk anda çok faydalı bir çalışma olarak görülen taslak okunmaya başladığında zihinlerde, “hiç olmamasından iyidir” mantığının belirdiği, okuma bittikten sonra ise, “umarız hiç yayınlanmaz” görüşünün hakim olduğu söyleniyor. Teknik gerekçelere dayanan endişeleri ve ortak eleştirileri aşağıdaki listede genel başlıklar altında toplayabiliriz:
- Ölçmeden bilemez, bilmeden yönetemezsiniz. Elimizde sektörün hiçbir yerinde güvenilir, gerçek istatistiki veriler yokken ve olsa olsa diyerek neyi planlayabiliriz?
- Üretim planlamasının öncesi ve sonrasını yani tedarik ve pazarlamayı eş zamanlı olarak birlikte net bir şekilde organize etmeden üretimi nasıl planlayabiliriz?
- Planlama sahada eylemlere dayanır. Eylemi kiminle yapacaksınız? Tek tek her çiftçi için ayrı ayrı neyi, nasıl, ne kadar planlayabiliriz?
- Planlamaların piyasa karşılığı sözleşmelerdir. Sözleşme olmadan ya da var olan sözleşmelerdeki derin sorunları palyatif tedbirlerle piyasada adil ve denk yapmadan neyi, ne ile planlayabiliriz?
- Ceza, engel, kısıt getirerek içinde bulunulan ağır ekonomik süreçte üretimde can çekişen çiftçinin çöküş sürecini hızlandırabilecek krizlere neden olmadan riskleri nasıl planlayabiliriz?
- Karar alma ve uygulama süreçlerinde üreticinin yer almadığı, üretici örgütünün belirleyici olmadığı bir düzenleme ile kendi kendimize talimatla neyi, ne şekilde planlayabiliriz?
Aslında burada işin özü unutulmuş gibi görülüyor. Daha önce yapılan AB Müzakereleri ziyaretleri sırasında, ilaveten bugüne kadar gerçekleştirilen AB Projeleri kapsamında ve çeşitli vesilelerle bir araya gelinen yerli ve yabancı konu uzmanları yapılan görüşmelerde “tarımın idaresi ve planlaması” hakkında hep aynı kalıpla karşılaşılmıştır.
Daha önce bu köşede ayrıntıları onlarca kez yayınladığımız kalıbı bir kez daha kısaca paylaşmak gerektiğini sanıyorum.
AB’de Ortak Tarım Politikası vardır. Bu politikanın uygulanabilmesi için Ortak Piyasa Düzenlemeleri adı altında kapsamlı bir uygulama rehberi bulunmaktadır. Bu mevzuatta ayrıntılı şekilde, kayıtların tutulması, ürünlerin sözleşmelerle pazarlanması, üretimin planlanması, girdilerin tedariki, piyasa gözetim ve denetiminin yapılması, müdahalelerin ve desteklemelerin yapılması, çevre ile uyum kurallarının gerçekleştirilmesi gibi konularda uygulamanın nasıl yapılacağı anlatılır. Burada en dikkat çekici husus, bütün bu iş ve işlemlerde “üretici örgütü” denilen yapıların mutlak surette belirleyici ve uygulayıcı unsur oldukları kesin hükümlerle ifade edilmektedir. Ayrıca üretici örgütü denilen yapının bölgeler bazında nasıl üreticiyi ve ürünü temsil ettiği, sorumlulukları, yetkileri ve sektördeki yerleri açıkça tarif edilmektedir. Özellikle piyasanın düzenlenmesinde şeffaf bir mutabakatname olan Üretim ve Pazarlama Planlarının sadece üretici örgütü denilen bu yapılar tarafından nasıl yapılacağı açıklanmaktadır. Her şey net ve basittir.
Uygulamaya baktığımızda ise; bölgesel olarak kooperatiflerin bir araya gelerek üretici örgütü adı altında kamu menfaati güden ticari üst yapılar kurduklarını görürüz. Ama en önemlisi bu şirketlerin bölgedeki bütün istatistiki verileri tuttuklarını, bu verilere istinaden bölgenin üretim potansiyelini belirledikleri, bu potansiyele göre üretilebilecek ürünlerin sözleşmeler yapılarak önceden pazarlanabildiğini görürüz. Yani üretimin pazarın miktar, standart, kalite, fiyat, tarih gibi taleplerine ve bölgenin üretim potansiyeline göre belirlendiğini görürüz. Üretim ve Pazarlama Planı adı altında 5 yıllık dönemlerle yapılan planların kooperatif benzeri yapılar olan üretici örgütlerinin ortaklarına nasıl yansıtıldığı, ortakların plana uygun üretim yapabilmeleri için nasıl yol gösterilip yardımcı olunduğu ve hatta her türlü girdinin tedariki için nasıl toplu sözleşmeler yapıldığı anlarız. Bu arada piyasanın izlenmesi, denetlenmesi, desteklenmesi, müdahale edilmesi ya da farkındalık çalışmaları gibi kamu hizmetlerinin ilgili Bakanlık teşkilatı yerine yine bu ticari şirket üzerinden yapıldığını büyük şaşkınla şahit oluruz. Aslında devleti büyük bir iş yükünden ve mali külfetten kurtaran bu yaklaşımın aslında Bakanlıkları güçsüzleştirmediğini aksine sahada daha dinamik hale getirdiğini idrak ederiz. Bu arada sürdürülebilirlik ile ilgili kararların ancak sahada uygulayıcı olan üretici tarafından benimsenip uygulanmasına bağlı olduğunu, bunu da yine sadece üretici örgütü yapılarının en ideal şekilde organize edebildiğine tanık oluruz.
Kısacası biz de kemikleştiğini sandığımız sorunları, üreticinin kendi ekmeğine ve sektörüne sahip çıktığı ve işin merkezine oturduğu bir sistem ile nasıl kolaylıkla çözdüğünü açık ve net şekilde görürüz.
Bütün bu anlatılanlardan sonra bu işin olmazsa olmazı olan üretici örgütlerinin bir an evvel sistemin içine baş aktör olarak çekilmesi, eğer bir mevzuat çıkartılacaksa sorumluluğun devlet yerine bu örgütlere verecek altyapının tesis edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde keşke bu işi hiç yapmasaydık diyebiliriz.