N’oluyor Bu Avrupalı Çiftçilere?
Geçen yazımızda, “Kıskanç Almanya’da Çiftçilere Neler Oluyor” diye yazmıştık. Yazımızın sonunda da, “bu olayların kendi çapında başarıya ulaşması durumunda diğer Avrupa ülkelerinin tepkileri ne olur” demiştik. Birkaç hafta içinde olaylar büyümeye devam etti. Fransızlar ardında da Belçikalı çiftçiler aynı gerekçelerle benzer olayları yapmaya başladılar.
Öncelikle basit bir yorum bakalım. Adamlar resmen bir bardak suda fırtına kopartıyorlar; “Yok, efendim neymiş, zaten ciddi indirimli aldıkları mazottaki 3.000 avroya varan indirim 3 yılda kademeli olarak azaltılacakmış. Vergi muafiyetleri daraltılacakmış. AB dışı ülkelerden yapılan ithalattaki ağır engeller bir parça gevşetilecekmiş. İklim değişikliğine karşı alınması gereken tedbirlerde çiftçinin izni olmadan politikada değişiklik yapacaklarmış.” Bütün mesele bu kadarcık.
Hakikaten şu Avrupalılar çok garip! Ne demekse bu izin almak! “Devlet ne isterse yapar, sana mı soracak” diyen yok. Bunların yaptığı neredeyse isyankârlık. İşin garip tarafı; bu tip dik başlı duruşlar gelişmiş ülkelerin hiçbirinde anormal anarşik olaylar olarak görülmüyor. Bugün dünyada çiftçinin görüşü olmadan onun adına ne üreteceğine karar verebilen devlet var. Ama Avrupa onları kıskanıyor.
İşin aslı; sorunlar, çevresel konularda yeni yaptırımların yürürlüğe girmesiyle büyüdü. Uzun süredir Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Kyoto Protokolü, Natura 2000, Yeşil Mutabakat gibi bir dizi kararlar sonucu kaynakların sürdürülebilir kullanımı ve karbon vergisi ile yaptırımların nasıl uygulanacağı konuşuluyordu. Çünkü bu kararlar bütün dünyada özellikle de AB’nde ticareti dolayısıyla da üretim ve tüketim stratejilerini hızla değiştiriyor. Bu amaçla elektrik ve su tüketiminin ve plastik kullanımının azaltılması, etkin atık yönetimi uygulanması, ulaşımda fosil yakıt yerine elektrikli veya hibrit araçlara öncelik verilmesi ve israfın engellenmesi gibi tedbirler gündeme gelemeye başladı. Başlangıçta demir çelik, çimento, elektrik, gübre ve alüminyum sektörleri çerçevesinde gelişmelerin şekilleneceği düşünülmekte ise de gelinen nokta itibariyle en büyük etki olağan olarak tarımda görülmeye başladı. Örneğin fosil yakıt tüketimini azaltmak bahanesiyle mazot desteklemelerinin, tarım araçlarına tanınan vergi indirimlerinin kaldırılması, yeraltı suyu kullanımının kısıtlanıp sulama suyu ücretlerinin aşırı yükseltilmesi, pestisit ve herbisit kullanımına getirilen yasaklamalar ve tarımın her alına konulan sıkı denetim bildirimlerinin ağır bürokratik sorumlulukları çiftçileri ve örgütlerini isyanın eşiğine getirdi. Bir de üretimde bu tip kısıtlama kuralları olmadığı için haksız rekabet yapan ülkelere karşı ithalatındaki sınırlamalar Latin Amerika’dan hayvansal ürün ya da Ukrayna’dan tahıl için gevşetilmeye çalışılınca sorunu büyüdü.
Ama olayların en önemli sebebi, alınan kararların kısa sürede çiftçilere haber vermeden aniden alınması ve çiftçiye dayatılmasıdır. İşte bu tutum çiftçi örgütleri için kabul edilebilir değildir. İklim değişikliğinin ve küresel buhranların neden olduğu krizi yüzünden zaten ekonomik kayıplar yaşayan Avrupalı çiftçiler, örgütleri aracılığı ile adına devrim dedikleri eylemler başlatmışlardır. Dünyada başlatılan çevre ile ilgili uygulamaların AB’de diğer sektörlerden daha fazla tarımda yapılıyor olmasının kendileri için adaletsizlik hatta gelecek için aptalca bir çelişki olduğunu söylemektedirler. Bu nedenle her yerde tek bir slogan kullanıyorlar; “ÇİFTÇİ YOKSA GIDA YOK, GIDA YOKSA GELECEK YOK”.
Sonuç olarak bugün Almanya, Fransa ve Belçika’da görülen, aslında geçen sene Hollanda’da başlayan olaylar diğer AB ülkelerinde cılız da olsa başladı ve daha da büyüyecek gibi görülüyor. Güney ülkeleri İspanya, İtalya ve Yunanistan her zaman AB’den gelecek 1 avroluk ilave sübvansiyon için her türlü bahaneyi desteklemeye ve hatta 1 sentlik bile kesintiye karşı anormal tepkiler vermeye her an hazırlar. Bu arada AB’nin doğusunda Polonya, Romanya, Bulgaristan, Macaristan ve Slovakya gibi yeni üye ülkeler ise kendilerine yapılan lütufla AB’ye kabul edilmelerini unutup seslerini yükseltiyorlar.
Görüldüğü üzere; Avrupalı çiftçiler kendilerine sorulmadan herhangi bir karar alınmasına izin vermiyor. Verilen desteklerin azaltılmasına izin vermiyor. İthalatın açılmasına izin vermiyor. Maliyetleri artıracak fiyat artışlarına izin vermiyor. Artan vergilere izin vermiyor. Kısıtlamalara izin vermiyor. Desteklerin arttırılması için sesini yükseltebiliyor. Diğer sektörlere göre kendisine haksızlık yapıldığında itiraz edebiliyor. Hem de bunlarda küçücük bir değişim yapılmaya kalkışıldığında en yüksek dozda tepki vermesini biliyor. Bütün bu hak arayışlarını örgütleri üzerinden başarıyor.
Kısacası Avrupalı çiftçi burnundan kıl aldırmıyor.