Sanayi ve Teknoloji Gelişemeyecek!
Ülkemiz sanayi ve teknoloji konularında, maalesef, birkaç yüzyıldır geriden geliyor. “Sanayileşeceğiz” adıyla yapılan onca atılım ya güdük kaldı ya da kökten dışa bağımlı. Bugüne kadar küçümsenen ve göz ardı edilen tarımın sanayileşmedeki rolü aslında bilinenin aksine kritik seviyede çok önemli. Cumhuriyetin kurulduğu ilk 10 yılda ulaşılan başarıların arkasındaki lokomotif güç, belki de bugünkü geriliğimizin esas sebeplerinden biri.
Gelişmiş ülkelerde tarım, teknolojik gelişmelerin ilk faydalanıcılarındandır. Örneğin uzay teknolojilerinin bile günlük hayatta kendine yer bulduğu öncelikli sektörlerdendir. Bu tesadüf değildir. Ekonominin gerektirdiği ihtiyaçların doğal bir sonucudur.
Tarım sektörü, ekonominin ve kalkınmanın yanı sıra sanayi sektörünün de ana bileşenidir. Tarım, sanayiye hammadde temininin yanı sıra sermaye ve işgücü temin eden ana kaynaklardan biridir. Hatta kendi üretim kaynakları bile bir daha geri dönmeme pahasına sanayi sektörüne feda edilebilmektedir.
Tarım ile sanayi arasında çeşitli eksenlerde karşılıklı etkileşim ve birbirini tamamlama durumu vardır. Birbiriyle durum bu karıştırılan 2 ana başlıkta gruplandırılabilir:
- Tarımsal Sanayi: Tarım sektörüne girdi temin eden sanayi oluşturmaktadır. Bunlar tarıma bağlı üretimi olan kimyevi gübre, ilaç, traktör veya alet-ekipman vb. üreten işletmeler olarak sayılabilir.
- Tarıma Dayalı Sanayi: Tarım ürünlerini hammadde olarak kullanıp değişik işlemlerden geçirerek nitelik ve niceliklerini iyileştiren sanayi dalıdır. Bu değerlendirmeye göre gıda sanayi, içki sanayi, tütün ve tütün mamulleri sanayi, dokuma ve giyim sanayi, deri ve deri mamulleri sanayi, orman ürünleri sanayi bu grupta yer almaktadır.
Tarıma katma değer katan bu her 2 grupta yer alan üretim aynı zamanda dış ticaret alanında da önemli getiriler sağlayabilmektedir.
Tarım ve sanayi arasındaki bu ilişki önemli bir potansiyele ve avantajlara sahip olmasının yanı sıra ciddi risk ve tehditleri de barındırmaktadır. Mevcut durumda riskler iyi sevk ve idare edilememekte, potansiyelimiz kullanılamamaktadır. Halbuki sürdürülebilir planlamalar uygulanabilse tehditler çok daha faydalı ve etkili avantajlara dönüştürülebilir. Fakat maalesef gidişat böyle değildir. Tarım sanayi ilişkileri kısır çevreler kapsamında ele alınmakta ve bu nedenle kısıtlı sayıdaki menfaat gruplarının ya da siyasi popülist yaklaşımların gölgesinde kalmaktadır. Genellikle sanayi odaları altında kurulan Gıda ve Tarıma Dayalı Sanayi Çalışma Grupları, bu konular ile ilgilenmektedir. Mevzuat, yatırım stratejileri, desteklemeler gibi konularda etkili lobi faaliyetleri yürütmektedirler. Tarım ve Orman Bakanlığı, hemen her şehirde kentte valiliğin öncülüğünde, ticaret odaları, sanayi odaları, ticaret borsaları, Tarım ve Orman İl Müdürlükleri ile birlikte seracılık, besicilik, tavukçuluk vb. ürün gruplarında Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgeleri kurmaktadır. Dünyada şahıslara ait dev işletmeler neden oldukları çeşitli sorunlar yüzünden terk edilirken bu yaklaşım, ülkemizde devlet eliyle giderek artmaktadır. Görüldüğü üzere ülkemizde bu tip faaliyetler tekelleşmiş belirli grupların idaresindedir ve sektör çağın ve teknolojinin imkanlarına rağmen gelişememektedir.
Yukarıda bahsi geçen bütün bu fiili durumun içinde üreticinin bizzat kendisi bulunmamaktadır. Bu nedenle de bu tip faaliyetler gelişmiş ülkelerdeki gibi kendilerinden beklenen faydayı üretememektedir.
Ülkemizde bu alanda hızla politika ve zihniyet değişikliğine gidilmesi gerekmektedir.
Bu kapsamda öncelikli ele alınacak konu başlıkları şunlar olabilir:
- İthalata dayalı girdilerin yarattığı bağımlılığı azaltıcı tedbirlerin belirlenmesi,
- Karşılıklı dengelerin kurulabildiği sözleşmelere dayalı “planlı üretim” için gerekli altyapıları oluşturulması,
- Gıda enflasyonu ile ilgili stabilizasyon sağlayabilecek yaklaşımın gösterilmesi,
- Depolama, borsa, nakliye, pazarlama, reklamcılık, sigortacılık gibi hizmetlerin sistemleşmesi,
- Teknoloji kullanımının kolaylaştırılarak, yaygınlaştırılması.
Buraya kadar sayılan bütün bu işleri ve daha fazlasını sahada üstlenip gerçekleştirebilecek, vaziyeti sevk ve idare edebilecek organizasyonel yapılara acil ihtiyaç duyulmaktadır. Bütün dünyada kooperatif olarak adlandırılan bu yapılar, ülkemizde de yeterince bulunmaktadır. Bunların bir an evvel piyasada etkin olabilecekleri şekilde güçlendirilmesi ve yetkilendirilmesi vazgeçilemez mutlak bir zorunluluktur. Bugüne kadar geç kalınmış bu yapılanma için gerekli alt yapıyı oluşturmak üzere öncelikle ciddi bilgi birikimi ve zihniyet değişikliği gerektirmektedir.
Sonuç olarak; birbiri ile üretim öncesinden tüketim sonrasına kadar her aşama karşılıklı belirleyici etkiye sahip bu 2 sektör birlikte ele alınmalıdır. Bu kapsamda kaynakların korunarak kullanılmasından, katma değerin arttırılması ve hatta ülkenin gıda bağımsızlığının garanti altına alınmasına kadar ortak stratejiler belirlenmeli, politikalar oluşturulmalı ve eylem planları ile desteklenmelidir. Tabii ki bütün bu çalışmalar ancak liyakatli kadrolar tarafından yandaş kayırmacılığı yapılmadan, yurdun gerçek efendisi üreticilerini merkeze alan bir yapılanma (kooperatifler) tarafından gerçekleştirilebilir.
Elbet bir gün akıl baki olup, baktığını gören, gördüğünü anlayıp idrak edebilenler olacak ve gelişmiş ülkelerdeki durumun farkına varacaklardır.
Değilse sanayi ve teknoloji sahip olduğumuz kaynaklara oranla yeterince gelişemeyecektir.