Türkiye’de Umudu Nasıl Yeşertebiliriz?
Türk toplumunda kimi zamanlar giderek yaygınlaşan, yılgınlık, umarsızlık ve umutsuzluk duygusunun egemen olduğunu gözlemleniyor.
Sokak röportajlarda bu durumu yansıtan insanlardan geçilmiyor.
İşin daha vahimi, Türkiye’den gelecek için daha iyi yaşam beklentilerini yitirmiş eğitimli genç kuşak ağırlıklı olarak Avrupa’ya göç ediyor.
Bu gelişmeler, yeryüzünde olduğu kadar Türkiye’de de egemenliğini sürdüren tekçi dünya görüşüne, bir başka deyişle kapitalist üretim ve ilişkilerine sahip iktidarlara, amaçlarını geliştirme yolunda uygun bir ortam sağlıyor.
Umutsuzluk, insanı yaşamın dışına itiyor, köleleştiriyor.
Umutsuz insanlarımız, ünlü Kırgız Türk yazarı Cengiz Aytmatov’un nitelendirmesiyle “mankurtlaştırılmış bir yaratık” durumuna dönüşüyor.
Umutsuzluğun Arka Bahçesi Ne?
Bunun için öncelikle tekçi dünya görüşünün, ‘tarihin sonu geldi’ diye dayatılan neoliberal sistemin insanlara mutluluk getirmediğini görmek gerekiyor.
Var olan sistem, gelecekte de bize daha güzel bir dünyayı mı müjdeliyor, yoksa bize verilenle yetinmemizi mi söylüyor?
Açık bir şekilde görünen durum şu:
Neoliberal sistem, gıdaya erişimden sağlığa ve eğitime, güvenlikten örgütlenmeye değin yaşamın her alanında eşitsizliği dayatıyor.
Sistem, yoksullar ile zenginler arasındaki farkı, şimdiye değin görülmemiş bir şekilde açmış bulunuyor.
Örneğin “Gelir Dağılımı ve Yapay Gündemler” adlı yazımda Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2023 yılına ilişkin “Gelir Dağılımı İstatistikleri“ne göre, ilk yüzde 20’nin aldığı payın, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun nerdeyse 10 katı, yüzde 5’lik en üst ve en alt dilimlerde ise bu oranın çok daha büyük katlara ulaştığına değinmiştim.
Aynı durum, kapitalizmin egemen olduğu ülkelerde de söz konusu.
Diğer yandan kapitalizmin yarattığı emperyalizmin, küresel kuzey ile küresel güney arasındaki gelir farkının da ne kadar yükselttiğini göz önünden uzaklaştırmamak gerekiyor.
Sistem, ekonomik, sosyal ve kültürel özgürlüğümüzü gerçek anlamda ortadan kaldırmış durumda.
Dünyada olduğu üzere Türkiye’de de egemen sınıfların değerlerine göre işleyen kültürel ve ideolojik bir hegemonya(*) kurulmuş durumda.
Hegemonik yaklaşımın araçları olan haberler, sinema, TV yayınları, diziler, siteler ile emek eksenli sınıfların çıkarlarının, neoliberal iktidarlar tarafından gerçekleştirileceğine inandırılmış.
Böylece insanlarımız, sınıfsal iktidar mücadelesinden vazgeçilerek ya da bu mücadeleye neoliberal sistemin izin verilen sınırlar içerisinde yürütülmesi sağlanarak bir “toplumsal özne“ yerine, bir “toplumsal nesne” olmayı kabullenmiş.
Umutsuzluk Nasıl Kırılır?
Toplumların yaşamında umutsuzluğu, umut ederek kırabiliriz.
İnsanı diri tutan, yaşama bağlayan şey, umuttur.
Umut, insanı insan yapan bir duygudur.
Umut etmek, eylemle olur. Bu eylemin adı “direnmek”tir.
Bu bağlamda, yıllarca önce okuduğum Stéphane Frédéric Hessel’in “Öfkelenin!” kitabına göz atmakta yarar var.
Hessel, İkinci Paylaşım(Dünya) Savaşı’nda faşizme karşı savaş verirken asılmanın eşiğine gelmiş, aydınlanma değerlerini savunan 95 yaşında sonsuzluğa uğurladığımız genç yürekli bir bilge(**).
Hessel şu tespiti yapıyor:
“…Batının getirdiği düşünce, dünyayı bir krize sürüklemiştir ve bu krizden kurtulmak için parasal alanda ama aynı zamanda bilim ve teknik alanında da hep ‘daha çok’ düşüncesinden radikal bir kopuşla kaçmak gerekir. Ahlakın, adaletin, kalıcı dengenin öne çıkmasının zamanı gelmiştir kesinlikle. Çünkü çok büyük riskler tehdit etmektedir bizleri. İnsan için yaşanmaz hale gelecek bir gezegende, insanlık macerasına son verebilir bu riskler.”
Hessel, kitabında özellikle genç kuşaklara sesleniyor ve onları, “… sadece kitlesel tüketimi, zayıfları ve kültürü küçümsemeyi, genel bir hafıza kaybını ve herkesin herkese karşı amansız rekabetini gösteren kitle iletişim araçlarına karşı gerçek bir pasif direnmeye…” çağırıyor.
Hessel, “Yaratmak, direnmektir. Direnmek yaratmaktır” diyor.
Türkiye’de Umudu Nasıl Yeşertebiliriz?
- Bir şey yapamam, elimden bir şey gelmez şeklindeki her türlü teslimiyetçiliğe ve umutsuzluğa karşı tavır gösterelim.
- Örgütlenmeyi emek eksenli ve üretkenlik temelinde geliştirelim.
- Siyasi örgütlenmeler olan iktidar ve muhalif partileri, emeğin çıkarlarına göre değerlendirelim.
- Sağlıklı ve namuslu kitle iletişim araçları oluşturalım ve var olanlara sahip çıkalım.
- Her türlü özelleştirmeye karşı tepki gösterelim ve kamuculuğu savunalım(***).
- Neoliberal ekonomik politikaların yarattığı eşitsizliğe karşı toplumculuğu, özgürlükçülük temelinde ele alan yaklaşımları egemen kılalım.
Kısaca, neoliberal sistemin ortaya çıkardığı umutsuzluğun yerine, umudu öne çıkaralım ve sisteme direnelim.
Dipnotlar
(*) Bir ideoloji kavramı olarak “Hegemonya”’yı en yetkin biçimde çözümleyen düşünürlerin başında “Antoiıo Gramsci” gelmekte. Türkçe yayınlanan başlıca seçkileri şunlar: Aydınlar ve Toplum, çev. V. Günyol, F. Edgü ve B.Onaran (İstanbul: Çan, 1967):Felsefe ve Politika Sorunları, çev. Adnan Cemgil (İstanbul: Payel, 1975 ): İtalya’da İşçi Konseyleri Deneyimi, çev. Yusuf Alp (İstanbul: Belge, 1989)
(**) Stéphane Frédéric Hessel (D.1917-Berlin, Ö.2013-Paris) Fransız diplomat, direnişçi, yazar. 1948’de “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”nin düzenlenmesinde yer almıştı. Son yıllarında ekonomik eşitsizlikler ve İsrail/Filistin sorunu gibi konularında sosyal aktivizm içinde bulundu. Kısa kitabı Öfkelenin (Indignez-vous! / Time for Outrage!) dünya çapında 4,5 milyon sattı.
(***) 20 Kasım 2024 gününden itibaren Ankara’nın Nallıhan İlçesi’nde bulunan Çayırhan Termik Santrali maden sahalarının özelleştirme kararına karşı yaklaşık 500 maden işçisinin kendilerini yer altına indikleri madene kapatarak eylem başlatmaları, işçi sınıfının “Türkiye’de Umudu Nasıl Yeşertebiliriz?” sorusuna güzel bir yanıttır.