Demiştik…
Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında nereden nereye geldik? Yüzyıl önce bu topraklarda süregelen düzeni kökten değiştirerek, varlığımızı sürdürebilmek için önemli fırsat yakaladık. İlk başlarda çok çalışıp az zamanda çok ve büyük işler başardık. Sonra bu hızımızı sürdüremedik. Yine de taş üstüne taş koymaya devam ettik. Bütçeden ciddi özveri yaparak devasa yapılar kurduk. Bugün kıymeti küresel iklim değişikliği ile daha da artan yatırımları gerçekleştirebilmek için uzun yıllar az gelirle düşük refah düzeyinde yaşadık. Son çeyrekte ise, ilk büyük deprem yıkımından sonra toparlanmak için kemerleri sıktık. Bu fedakârlıkların olumlu sonuçları ortaya çıkarken refah düzeyimizi inşaat ile yükseltmeye çalışan bir zihniyet ile karşılaştık. O güne kadar yapılan birikimlerimizi bozdurup, üstüne bir de borç alarak öyle bir ekonomi politikası izledik ki dünya çapında akıl almaz rekorlar kırdık. En zengin ile en fakir arasındaki fark, milli gelirin paylaşımında denge, enflasyon, gıda fiyatları, asgari ücretlilerin çalışanlara oranı gibi birçok göstergede dünyanın en kötüleri arasında lider olduk. Varlık içinde yokluk yaşadık. “Bundan daha kötüsü olmaz” derken, yılların ihmali patlak verdi ve tarihimizin ikinci büyük deprem yıkımını yaşadık. Fiyaskolara gerekçe olarak uzun süredir peş peşe yaşadığımız çeşitli buhranlar gösterilerek, “bütün dünya aynı” denildi. Açıkça aklımızla dalga geçildi. Ama daha da kötüsü depremin suçlusu olarak da kader gösterildi. Bu seferde vicdanlarımız ile dalga geçildi.
Halkı hor görerek dalga geçmek kötü bir şeydir. Beyni olan herkes dünyada aynı buhranları yaşayan diğer ülkeler içinde niçin sadece bizim bu kadar rezalet rekorları kırdığımızı örneğin işgal altında savaşan Ukrayna’dan bile nasıl daha kötü duruma düştüğümüzü sorgulayabilir. Kader meselesine gelince; inanan bütün gönüller, kaderin tedbir alınmasına engel olmadığını bilir. Her ne hikmetse Allah’ın bize verdiği akıl küçümsenmektedir.
Gelinen bu noktaya kadar geçen süre içinde defalarca uyarmıştık. Her şeyin bir etki-tepki meselesi olduğu daha önce net bir şekilde ifade etmiştik. Gerçekten de perşembenin gelişinin çarşambadan belli olduğu bir sürü sebebi yaşarken, “Allah aşkına yapmayın” diye çok yalvarmıştık. Örneğin, “süt fiyatları böyle giderse, et fiyatlarının önünü alamazsınız” demiştik. “Soğan ve patateste depoları basarak sorunu çözemezsiniz” demiştik. “Kuraklıkla mücadelede kıt su kaynaklarının korunarak kullanımı için sadece fiyakalı açılışlar yapılan içi boş projeler yetmez” demiştik. “Domateste dış ticaret izinleri ile oynayarak üretim planlaması yapılamaz” demiştik. “Hatalı politikalarınızı temizlemek onlarca yıl alır” demiştik. “HES’ler, zeytinlikler, maden alanları ile ilgili köylünün tepkisini dinleyin” demiştik. En acısı “sahilleri, dere boylarını, sulak alanları, ormanları, tarım arazilerini yapılaşmaya açmayın doğanın intikamı acı olur” demiştik. Avrupa, Japonya, ABD ve örgütlenme ile ilgili kalkınma ve planlama modelleri çizmiştik. Büyük Önderin akıl, bilim ve fen ile ilgili gösterdiği yolu bir de Peygamberimizin liyakat ile ilgili sözleri ile hatırlatmıştık.
Bugünkü durumumuz iyi ise de, kötü ise de; kader değil bizim seçimimizdir. Bundan sonrasının nasıl olacağı da yine bizim seçimimiz olacaktır. Aslında kaderimizin oluşumu önceden bellidir. Hiçbir şey tesadüfi değildir. Bize sunulan imkanlar arasında yaptığımız seçimler ile kendi kaderimizi kendimiz belirleriz. Fakat çoğu zaman bu durumun farkına varmaz, fırsatları ıskalarız. Yaşananlara sebep olan etkenler birikir ve en sonunda bardağı taşıran o son damla anına gelinir. Eğer o ana kadar bu etkinin farkına varmamışsak artık her şey için çok geç olacaktır. Bu nedenle bazen öyle seçimler vardır ki kader anımızdır.
Bugüne kadar seçilenleri beğenmeyebiliriz. Ama unutmayalım ki onları yabancılar değil, biz seçtik. Belki bu sefer ki seçimlerde ciddi miktarda komşumuz bizim iç işlerimize müdahil olacak ama yine de sonucu ağırlıkla bizim oylarımız belirleyecek. Beyni akılla, kalbi vicdanla, bileği imanla hareket eden herkesin, doğru seçimi yapacağına inanıyorum. Ama her neye inanırsak inanalım, hangi partiyi desteklersek destekleyelim şu soruları sormamız lazım;
“Herkes, önce elini cebine atıp baksın; eldeki ihtiyaca yetiyor mu diye,
Sonra başını iki elinin arasına alıp, düşünsün; niçin böyle oldu diye,
Ama mutlaka elini vicdanına koyup, sorsun; bunlar hak mı diye…
Bu yüzden önce sorgulamalı, sonra da yargılamalıyız,
Varlık içinde yokluk çekmeye mahkûm muyuz diye…”
Bu soruları, kendinize sorun, yenilerini ekleyin, çevrenizdekilerle paylaşın. Çünkü şimdi sorma zamanıdır…