Hatırla!
“Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 422 Sayılı Kanun” Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nde kabul edilerek yasalaştı. Kanun, üretim planlaması, sözleşmeli üretim, atıl arazilerin tarıma kazandırılması, ormancılık ve kenevir yetiştiriciliği gibi konularda düzenlemeleri içeriyor. Bu kanun da kendisinden önce çıkan diğer kanunlar gibi “devrim” olarak nitelendirildi. 2006 yılında çıkan Tarım Kanunu da devrim niteliğinde idi, Tohumculuk Kanunu da, Biyogüvenlik Kanunu da, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu da, Hal Kanunu da… Devrim niteliğinde olan projelerimizi de unutmamak lazım; Tarım Havzaları Üretim ve Destekleme Modelli, Tarımsal İzleme ve Bilgi Sistemi, Dijital Tarım Pazarı…
Devrim, “bir toplumun yaşamında önemli işlevi olan kurumların hızlı ve geniş kapsamlı bir biçimde kökten değiştirilmesi ya da yenileştirilmesi, yeniden biçimlendirilmesi ya da belli bir alanda birden bire gerçekleşen kökten değişiklik” olarak tanımlanıyor. Bu tanımda kökten değişikliğin ve yenileştirmenin olumlu bir anlam taşıdığını, mevcut durumdan daha iyi bir duruma geçişi ifade ettiğini belirtmeye gerek yok sanırım. Bakanlarımızın devrim olarak nitelendirdiği kanunların ve projelerin hiçbirinin köklü bir değişiklik yaratmadığını biliyoruz… Hatta mevcut durum daha da kötüleştiği için devrim olduğu değerlendirilen çalışmaların yarattığı durumu düzeltmek için de devrim niteliğinde çalışmalar yapılması bir zorunluluk oldu… Aslında yapılan her devrim niteliğindeki çalışma da kendisinden önceki devrim niteliğindeki çalışmaların başarısız olduğunun bir kanıtıydı… Bu durum kimin veya neyin başarısız olduğunu gösterir? Düşünmek lazım… En başarılı Tarım Bakanının kim olduğuna dair yapılan, 727 kişinin katıldığı bir ankette “hiçbiri” cevabını verenlerin oranı %41,7. Bu işte bir gariplik, bir terslik yok mu? Devrim yaptığınızı iddia ediyorsunuz ama başarısız olarak değerlendiriliyorsunuz…
Kabul edilen bu kanun ile stratejik ürünlerde arz güvenliğinin korunacağı, arz ve talep miktarının dikkate alınarak fazla ve eksik üretimin önüne geçileceği, sözleşmeli üretimin geliştirileceği ve bu kapsamda yeni bir kayıt sisteminin oluşturulacağı ile ilgili maddeler var… Ancak TÜİK verilerine göre Türkiye’nin ekmeklik buğdayda yeterliliği yüzde 89,2’den yüzde 79,9’a düştü. Arpanın yeterliliği yüzde 66,8, mısırın yeterliliği yüzde 76,6, soyanın yeterliliği yüzde 6, pirincin yeterliliği yüzde 75,4, kuru baklagillerin yeterliliği yüzde 83,4… Sözün özü 12 tahıl ürününde kendimiz için yeterli üretim yapamıyoruz. TMO 695 bin ton öğütmelik buğday ithalatı yapacak. Büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayımız azaldı ve azalmaya devam ediyor. Karkas et ve kesimlik hayvan ile besilik erkek sığır ithalatı da gerçekleştirilecek. Dünyada gıda fiyatları düşerken ülkemizde gıda fiyatları artıyor. Tarım girdi fiyat endeksi (Tarım-GFE), Ocak ayında aylık bazda yüzde 6,24, yıllık bazda da yüzde 95,99 oranında arttı. Yani tarımsal girdi enflasyonunda da artış devam ediyor… Dolayısıyla tüm gıda ürünleri bizim için stratejik öneme haiz… “Eksiğimiz var, fazlamız var” diyebilecek bir durumda değiliz, kendimize yetmiyoruz ki… Ama kötümser olmaya gerek yok, belki bu devrim niteliğindeki kanun beklenen devrimdir!
TBMM’nin ilk Başkanı büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk, 1 Mart 1920 tarihinde Meclisin dördüncü toplantı yılının açılışında devrimin nasıl yapılacağını çok net bir şekilde ifade etmiş;
“Hep birlikte bakışlarımızı, vicdanımızın merkezi olan millete dikelim. Orada erdemin, vefa ve içten bağlılığın, yenileme arzusunun, egemenlik aşkının ve geleceğin sönmeyen ateşi yanmaktadır. Bu kutsal ateş, kendi içindeki bilgisizlik ve karanlığı yakacak ve bağımsızlığımızın önüne dikilecek olan bütün engelleri yıkacaktır. Efendiler, millet önünde, onun hak ettiği bağımsızlığın önünde, onun layık olduğu gelişme ve yenileme arzusu önünde, her kuvvet ancak milletin irade ve amaçlarına uymak şartıyla yaşayabilir. Milletin irade ve amaçlarına uymayanların talihi hüsrandır, çökmedir.”
Devrimin sonu bayramdır…
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun…