Köşe Yazısı

Yüzyıllık Çınar

Çınar ağacı; “ulu ağaç”tır, sağlamdır, dayanıklıdır, bu nedenle çınar “güç” sembolüdür. Osman Gazi’nin Osmanlı Beyliğini rüyasında dünyayı saran bir çınar olarak görmesi tesadüf değildir. Çınar, ölümsüzlüğü ve sonsuzluğu temsil eder.  İstanbul’da “Büyükdere Çınarı”nın dört bin yıl yaşadığı tahmin edilmektedir. Çınar, bilgeliğin ve aydınlığın simgesidir. Yüzyıllık Çınar, Muazzez İlmiye Çığ, Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında hayatı güzelleştirmenin yollarını anlattı. “Yaşadım demek için ne yapmalı?” sorusunun cevabını verdi. “… Yaşayacağımı yaşadım, alacağımı aldım, yapmak istediğim hemen her şeyi yaptım. Aklımda ‘keşke’ diye bir şey kalmadı. Ne diyor Sümerliler? ‘Biliyorsun, neden öğretmiyorsun?’. Benim de tüm mirasım öğretebildiklerimdir. Hala gelip benden bir şey öğrenmek, almak isteyene kapım her zaman açık” diye başladı sözlerine… Hayata dair gördüklerini, öğrendiklerini, bildiklerini en saf haliyle anlattı. Büşra Sanay sordu, Muazzez İlmiye Çığ yanıtladı. Ömrünü bilime adamış, Cumhuriyetimizin de kurulduğu günlere şahitlik etmiş çok kıymetli bir değerimiz. Konu hayatı güzelleştirmek olunca doğayla ve eğitimle ilgili de söyleyecekleri vardı Muazzez İlmiye Çığ’ın:

“… Bir insan ömrü için çok uzun kabul edebileceğimiz süreler, örneğin benim yaşamım, yerküre için üzerinde konuşulmaya değmez küçük zaman parçaları. Milyarlarca yıldır dönüp duran bu gezegende, eğer çok şanslıysanız en fazla benim gibi yüz yılın üzerinde yaşayabilirsiniz. Yalnızca buradan baktığımızda bile, insanın kendini bu dünyanın sahibi sanması kadar acizce bir şey olamaz. Biz bu gezegenin sahipleri değil, kısa süreli konuklarıyız ve misafirliğimizi, ev sahibine hiç zarar vermeden geçirmek zorundayız. Bu sebeple doğa talancılarına tahammül edemiyorum. Çevreyi kirletenleri, sularımızı zehirleyenleri, otellere sahip olmak için ormanlarımızı gözlerini kırpmadan yakanları, rant peşinde şehirlerimizi betona boğup aldığımız nefese bile düşman olanları görünce sinirlerime hâkim olamıyorum…”

“… Atatürk döneminde Köy Enstitülerinin temeli ‘Köy Eğitmen Kursları’ ismiyle atılmıştı, fakat maalesef kendisi açıldığını göremedi. Harika bir sistemdi. Eğitim köyde yaşayan çocukların ayağına geliyordu. Bu kurumların temel hedefleri ileride çoğulcu demokrasiye aydın, bilinçli bir ulus ile geçilmesi ve toprak reformunun başarılı olabilmesi, köylülerin edindikleri toprakları başarıyla işleyip, kaybetmemesi için gerekli zemini oluşturmaktı. İnsanların yaşadıkları köyde gönence erişmelerini sağlamaktı. … O yılların Türkiye’sinde erkekler için çocuk bakımı dersi koymuşlardı, düşünebiliyor musun? … Köy Enstitüleri günümüze dek açık kalabilseydi, Türkiye bugüne kıyasla bambaşka bir ülke olabilirdi. …Köy Enstitüleri hayatı bilen, kendi ayakları üzerinde durabilen, özgür kadın ve erkek eşitliğini temel alan bir nesil yaratma hayalinin sonucu olarak doğmuştu. [Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla] En başta bu haylimizi kaybettik. Köylerdeki okuryazarlık oranını çok hızlı bir şekilde yükseltebilecekken eğitimsizliğe mahkûm olmayı seçtik. …Köy Enstitüleri devam ediyor olsa bugün, köyler bomboş kalmaz, herkes kasabalara ve kentlere göç etmezdi. Toprak reformu yapılabilirdi…”

“… Şu an gençliğimle, yirmili yaşlardaki Muazzez ile karşılaşacak olsam, ona tek tavsiye verirdim: ‘Ulu Önder Atatürk’ün açtığı yoldan hiç sapmadan ilerle ve bol bol çalış. Atatürk’ün Nutuk’unu ve Türkçe olarak Kuran’ı mutlaka oku.’”

“… Atatürk’e ve ulusa olan vefa borcumu ödediğimi düşünüyorum. Bu da benim için ayrı bir gurur ve huzur kaynağı…” diyen, bugün Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını kutlayan vatandaşlarımıza, yüzyıllarca yaşayacağından hiçbir zaman şüphe duymadığımız Cumhuriyetimizin gelecek yüzyıllarda bilmem kaçıncı yüzyılını kutlayacak güzel insanlarına, “… Bugün vardığım noktada fark ettiğim bir şey daha var: İnsanın kendine yapabildiği en büyük iyilik, arkasında ‘keşke’ dedirtecek bir şey bırakmamasıymış…” diye seslenen Yüzyıllık Çınar, Muazzez İlmiye Çığ’dan öğreneceğimiz çok şey var.

Arkamızda, “keşke” dedirtecek bir şey bırakmamanın tek yolunu da yine Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk gösteriyor; ebediyete akıp giden her yüzyılda terakki (ilerleme, yükselme, gelişme) ve medeniyet yolunda yürümek, bu yolda yürürken de elimizde ve kafamızda müspet ilim meşalesini tutmak…

Bugün cumhuriyetimizin yüzüncü yılını doldurduğu en büyük bayramdır; Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’e ve Türk ulusuna vefa borcunu ödeyecek, bundan da gurur duyacak bir hayat geçirmemiz dileğiyle, kutlu olsun.

Prof. Dr. Mustafa Bekmezci
1973 yılında Akşehir’de dünyaya gelen Dr. BEKMEZCİ, ilk ve ortaokul öğrenimini Akşehir’de, lise öğrenimini Kuleli Askerî Lisesinde tamamladı. 1995 yılında Kara Harp Okulu’ndan Sistem Mühendisi olarak mezun oldu. 2003 yılında Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı’nda yüksek lisans programını tamamladı. 2008 yılında Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalında doktora derecesi aldı. 2015 yılında doçent, 2020’de profesör olan Dr. BEKMEZCİ, halen Milli Savunma Üniversitesi Kara Harp Okulu Dekanlığı’nda görevini sürdürmektedir.

    İlgili başlıklar

    Yorum yapın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir