Atatürk’ün Toprak Kanunu ya da Feodalizmin Tasfiyesi Uğraşısı
“Narin’in Katli, Feodalizm ve Suskunluk Yasası” adlı yazımda, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşanmakta olan sorunlarımızın feodalizm ile bağlantılı olduğunu dile getirmeye çalışmıştım.
Dilerseniz filmi biraz geriye saralım ve erken Cumhuriyet Dönemine gidelim.
Günümüzü anlama açısından Cumhuriyetin başındaki Osmanlı Devleti’nin toprak dağılımı açısından bıraktığı mirasa bakalım.
Çok özetle üç tespit yapalım:
- Toprak dağılımı son derece olumsuzdu. Ailelerin yüzde 5’i toprakların yüzde 65’ine, yüzde 95’isi ise toprağın yüzde 35’ine sahipti.
- Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde feodalitenin, Batı Anadolu’da ise büyük çiftlik sahipliğinin egemenliği gözlenmekteydi. Köylüler ise neredeyse boğaz tokluğuna çalışıyorlardı. Buralarda ağa ve çiftlik sahibi, aynı zamanda devletti.
- Toprakların azına sahip, ancak çok sayıda küçük köylü işletmeleri olarak anılan işletmeler ise asgari geçim geliri bile elde edemiyorlardı. Köylülerin bir bölümü de topraksızdı. Az topraklı ve topraksız köylülerin bir kesimi de büyük çiftlik sahiplerinin yanında ortakçılık ya da kiracılık yapıyorlardı.
Kısaca şu söylenebilir; Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan köylüler, boğaz tokluğuna çalışan, gelecekleri belirsiz, eğitim ve sağlık hizmetleri olamayan yığınlardı.
Anılan dönemsel koşullar altında Atatürk’ün üzerinde durduğu konuların başında “Toprak Kanunu ya da Feodalizmin Tasfiyesi” geliyordu.
Atatürk’ün Toprak Kanunu ya da Feodalizmin Tasfiyesi Uğraşısı
Atatürk’ün, özellikle 1928 yılından son defa 1937 yılına değin TBMM Açış Konuşmalarında üzerinde durduğu konuların başında köylülerin topraklandırılmasına özel önem verdiği gözlemlenmektedir.
Örnekleyelim;
“Şark vilayetlerimizin bir kısmında ihdas edilen umumi müfettişlik isabetli ve faydalı olmuştur. Cumhuriyet kanunlarının emniyetle sığınılacak yegâne yer olduğunun anlaşılması bu havalide huzur ve inkişaf için esaslı bir mebdeydir. Yeni faaliyet devremizde gerek bu havalide gerek memleketin diğer kısımlarında toprağı olmayan çiftçilere toprak tedarik etmek meselesiyle ehemmiyetli olarak iştigal buyuracaksınız.”
1 Kasım 1928, TBMM Açış Konuşması
“Çiftçiye arazi vermek de hükümetin mütemadiyen takip etmesi lazım gelen bir keyfiyettir. Çalışan Türk köylüsüne işleyebileceği kadar toprak temin etmek, memleketin istihsalatını zenginleştirecek başlıca çarelerdendir.”
1 Kasım 1929, TBMM Açış Konuşması
“Toprak Kanunu’nun bir neticeye varmasını Kamutayın yüksek hizmetlerinden beklerim. Her Türk çiftçisi ailesinin, geçinebileceği ve çalışacağı toprağa malik olması, behemehâl lazımdır. Vatanın sağlam temeli ve iman bu esastadır.
1 Kasım 1936, TBMM Açış Konuşması
“Bir defa memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilecek toprağın, hiçbir sebep ve suretle bölünemez bir maliyet alması, büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği, arazinin bulunduğu memleket bölgesinin nüfus kesafetine ve toprak verim derecesine göre sınıflamak lazımdır.”
1 Kasım 1937, TBMM Açış Konuşması
Atatürk’ün yönlendirmesiyle, kuruluş yıllarında köylüleri toprak sahibi yapmaya yönelik kimi kanunlar kabul edildi.
Bu bağlamda da topraksız ve az topraklı köylülerin bir kesimine toprak dağıtıldığı biliniyor. 1925 Bütçe Yasası’yla yetki alan hükümet, daha önce çıkarılan 716 sayılı yasaya dayanarak göçmenlere ve topraksız köylülerin kimilerine toprak dağıttı. Bu bağlamda Ziraat Bankası da kullanıldı.
Örneğin Ankara’da 7 bin dönümlük bir çiftlik satın alındı ve 89 köylü ailesine dağıtıldı. Köylüleri toprak sahibi yapmak için ayrıca 1924 Anayasası’nın 74. maddesine 1937’de çıkarılan bu yasa ile bir fıkra eklendi. Fıkra’da “Çiftçiyi toprak sahibi yapmak ve Osmanlı Devleti tarafından idare etmek için istimlak olunacak arazi ve ormanların istimlak bedelleri ve bu bedellerin tediyesi sureti mahsus kanunlarla tayin olunur” yazıldı.
Atatürk’ün ölümünden sonra, 2.Paylaşım Savaşı’nın da getirdikleri olumsuzluklar eklenince çiftçiyi topraklandırma konusu, neredeyse 1945 yılına kadar askıda kaldı. 1945 tarihinde, Atatürk’ün söylevleri doğrultusunda “4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” kabul edildi.
Yasa, büyük toprak sahiplerinin topraklarının kamu mülkiyetine geçirilmesini, bunların bir kesimini topraksız ve az topraklı köylülere dağıtılmasını ve kırsal bölgelerde köklü değişiklikleri içeriyordu.
Ancak bu yasa uygulanamadı.
Daha sonrada bu konuda girişimler oldu, ancak Toprak Kanunu gerçekleşmedi.
Toprak Kanunu neden gerçekleşmedi?
Gerici üretim ilişkilerinin özüne dokunabilen, gelir dağılımını düzelterek toplumsal barışı geliştirebilecek bir Toprak Kanunu’nun hayata geçirilememesinin iki temel nedeni var.
Birincisi; siyasete ve ekonomiye egemen olan büyük toprak sahipleri, toprak ağaları, aşiret reisleri, şeyhler ve onlardan nemalanan siyaset kurumu tarafından toprak kanunu ya da daha genel deyişle “Toprak Reformu” uygulanmasının engellenmesi.
Anımsatmak isterim. “Narin’in Katli, Feodalizm ve Suskunluk Yasası” adlı yazımda, “12 Eylül Askeri Darbesi’ni yapan cunta, Anayasa oylamasından önce güvenoyu almak için Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun feodal ağalarını Ankara‘da konuk ederek televizyona çıkarmadılar mı?” diye yazmıştım.
Üzerinde durulması gereken ikinci bir neden en azından birincisi kadar önemli.
Bunlar arasında;
- “Yoksul topraksız köylü kitlelerinin taleplerinin çok yetersiz ve bu doğrultuda örgütlenmelerinin yokluğu. Bir başka deyişle güçlü bir halk hareketinin varlığı ve tabandan gelen bir baskının olmayışı,
- Kuşaktan kuşağa aktarılan biat kültürünün yoksul köylülükte egemen olması,
- Yoksul köylülerin, devlet örgütlenmesi yerine ağaların egemen olduğu bir düzenin değiştirilemez olduğunu bir olgu olarak kabullenmesi. Değişmezlik olgusunun çaresizliği”
gibi konuları saymak olası.