Kırsal Kalkınma

Sorun Sadece ‘Kırsal’ mı?

Sorun Sadece ‘Kırsal’ mı?

Hazırlayan : Erdem Ak

Kırsal kalkınma denildiği zaman, ilginç bir şekilde, akla ilk gelen şey hibe ve desteklemeleri içeren projelerdir. Belirli kurum ve kuruluşlar eliyle yürütülen bu projelere konu olan kırsal kalkınma çalışmaları, aslında oldukça kapsamlı biçimde; ekonomik, sosyolojik ve politik pek çok unsuru bünyesinde barındırmaktadır. Kavram, ekonomi bilimine aittir. Buralarda alınan kararlar daha çok politiktir. Kararların ve uygulamaların sonuçları hem ekonomik hem de sosyolojiktir.

Dünyada, özelikle gelişmiş ülkelerde, oldukça köklü bir geçmişi olan kırsal kalkınma ülkemizde de son yıllarda üzerinde hayli durulan alanlardan birisi haline geldi. Ülkemizde kırsal kalkınmaya yönelik çalışmaların başlanıcını, Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar götürmek mümkündür. Bununla beraber, 1963’te başlayan 1. Beş Yıllık Kalkınma Planı ve diğer Planlar ile bugünkü anlamda kırsal kalkınma çalışmaları yapılmıştır. Örneğin 1963-1967 yıllarını kapsayan 1. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda sektörleri ele alan 6. Bölüm’ün ilk başlığı “tarım” sektörüdür. Günümüze kadar yapılan 9 adet Kalkınma Planı’nda kırsal kalkınmaya doğrudan yer verilmiştir.

Kalkınma kavramı, zaman zaman büyüme ile karıştırılmaktadır. İngilizce’de büyüme “growth” sözcüğü ve kalkınma ise “development” sözcüğü ile karşılanmaktadır. Büyüme, sayısal değerler olarak ifade edilebilir. Buna karşılık, kalkınma; “Üretim ve kişi başına ulusal gelirin artırılmasıyla birlikte, ekonomik ve sosyokültürel yapısının da değiştirilmesi anlamına gelmektedir.” (1)

Kalkınma, büyüme kavramı ile yakın ilişki içindedir. Büyümenin sonucu ortaya çıkmaktadır. Kalkınmanın sayısal değerden fazlasını kapsadığını yukarıdaki kısa tanımdan görebiliriz. Buradaki tanımdan hareketle kırsal kalkınmayı açıklamaya başlayabiliriz. “En basit tanımıyla kırsal kalkınma; insan yaşamına olumsuzluklar getiren kırsal çevre koşullarının iyileştirilmesine yönelik çalışmalardır.” (2)

Kırsal kalkınma konusu temelde ülke yöneticilerinin işi olmakla beraber birçok paydaşı bir araya getirmektedir. Bu paydaşlar; kırsalda yaşayan kişiler, üniversiteler, kırsala yönelik faaliyetleri bulunan kişi ve kuruluşlar, ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile ilgili odalar, birlikler ve kooperatiflerdir. Sayılan paydaşlar kırsal kalkınma çalışmalarına belirli seviyelerde katılmaktadırlar. Örneğin bir kamu kurumu finansman işini çözmeye çalışırken diğeri uygulamaları denetlemektedir. Benzer şekilde, kooperatif ve birlik gibi örgütler yoluyla kırsalda üretim faaliyetlerinde bulunan kişiler güç birliği oluşturarak gerçekte çok güçsüz olduğu piyasaya/pazara girmekte ve orada ürünlerini pazarlamaktadır. Özellikle siyasi karar vericiler de kırsal kalkınmada öncelikleri, uygulama ve yöntemleri belirlemektedir. O halde tüm paydaşların birbirleriyle doğrudan ve yakın çalışmaları söz konusudur.

Kırsal kalkınma çalışmalarının kapsamına baktığımızda ekonomik faaliyetler hemen göz önüne gelmektedir. Yörelerin, sektörlerin ve hatta ürünlerin önceliklendirilmesi ve özendirilmesi daha çok ekonomik yöntemlerle sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu amaç doğrultusunda bir takım destek ve hibe araçları kullanılmaktadır. Örneklemek gerekirse, bir gölde veya barajda balık üretimini artırmayı hedefleyen karar vericiler, başta yöre halkı olmak üzere bu alanda faaliyette bulunacak kişileri özendirmek amaçlı bazı çalışmalar yapabilir. Bahsedilen çalışmalar; eğitim, balıklandırma, alet- ekipman hibesi, örgütlendirme vb. şeklinde olabilir.

Kırsal kalkınma çalışmalarının bizim gibi temelde tarım ülkesi vasfındaki ülkeler için çok fazla önemi vardır. Her şeyden önce tarım ve gıdanın yaşamsal sektörler olması işin önemini arttırmaktadır. Tarım sektörünün ülkemiz yönüyle değeri tartışılmazdır. Her ne kadar Cumhuriyet’in ilk yıllarına kıyasla oranı düşme eğilimde olsa da istihdamın yaklaşık yüzde yirmisi halen tarım sektörü tarafından karşılanmaktadır. Tarım sektörü, yeterli olup olmadığı tartışmasına girilmeksizin, halen net ihracatçı konumdadır. Daha da önemlisi tarımın yaşamsal çıktısı olan gıda ürünleri, günümüzde olduğu gibi, gelecekte çok daha stratejik konumda olmaya devam edecektir. Bilindiği gibi 2015 yılı Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü(FAO) tarafından “Toprak Yılı” olarak ilan edilmişti. FAO yetkilileri konunun önemini şu cümleler ile özetlemişlerdi:

“Dünyada ekilebilir ve verimli toprak parçaları her geçen gün azaltmaktadır. Rakamsal ifadeyle, 2050 yılında dünyadaki ekilebilir toprak alanı 1960 yılının dörtte biri seviyelerine düşmüş olacaktır. Bu azalmayı dünya nüfusunun 1960 -2050 aralığında iki misli artacağı gerçeğiyle okumak durumundayız. 1960 yılında yaklaşık 4,5 milyar olan dünya nüfusu 2050 yılında 9 milyara ulaşacaktır. Bugün bile 800 milyondan fazla insanın açlıkla yüzleşmesi söz konusudur.”

Görüldüğü üzere, açlık sorunu, insanlığı yakın gelecekte daha fazla tehdit edecektir. Yukarıdaki verilerden hareketle, insanoğlu için 2050 yılında, 1960 yılına göre en az sekiz misli gıda ihtiyacı olacaktır.  Kırsal kalkınmanın önemi buralarda kendini göstermektedir. Savaşlar, göçler ve iklim değişikliği gibi nedenler olduğu kadar sosyal ve ekonomik gerekçelerle insanlar tarımdan uzaklaşmaktadır. Tarımdan uzaklaşmak kırdan uzaklaşmak anlamına da gelebilmektedir. Her ne kadar teknolojik ve bilimsel gelişmeler sonucu tarımsal faaliyetler daha az insangücüne ihtiyaç duyuyor olsa da tarımdan kaçış çok temel bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. İstihdam oranı düşme eğilimde olmasına rağmen tarımda insangücü her zaman olacaktır.

Kırsal kalkınmayı, uygar zamanlara uygun ve insanca yaşamanın gereği olarak düşünmek mümkündür. Kırsal kalkınma, “kırsalda yaşayan insanların ekonomik, kültürel ve toplumsal kalkınmalarına yönelik faaliyetler”dir. O halde işin içine ekonomik konular kadar kültürel ve sosyal konular da girmektedir. Ancak bilinen bir gerçek vardır; kültürel ve sosyal konular ekonomik konular ve koşullar ile şekillenir. Örneğin dar gelirli bir kimse/aile; beslenme ve barınma harcamalarını en önce yapmak zorundadır. Kalan parası oranında diğer konulara harcama yapacaktır ki genelde geriye fazla bir şey kalmamaktadır. Demek ki toplumumuzun en fakir kesimlerinin başında gelen kırsalın insanı, sosyal ve kültürel alanda harcama yapabilmek için gelirini artırmaya mecburdur (Toplumun en düşük gelirli kesimini kırsalın insanı oluşturduğu gerçeği resmi verilerle sabittir. Hesaplamalara göre ülkemizde herkese düştüğü söylenen ve hesaplanan kişi başı milli gelirin üçte birini kırsal kesim insanı kazanabilmektedir.).

Genelde “sahipsiz bir toplum” olduğumuz söylenebilir. Aslında sahipsizlik, dünyanın pek çok coğrafyasında yaşayan insanların ortak tanımıdır. Öyle olmasaydı, yaşayan 8 milyar insanı beslemenin yanında bir o kadar daha insanı besleyecek potansiyel ve üretim bilgisine sahip dünyada, 800 milyondan fazla insan şiddetli biçimde açlık çeker miydi? Buna her an açlığın pençesine düşebilecek yaklaşık 2 milyar insanı da eklediğimizde, ortaya, 3 milyar civarında “sahipsiz” bir kitle çıkıyor. Diğer yoksunluk ve yoksulluklar bir tarafa en temel hak olan gıdanın bile elde edilememesi ne ile açıklanabilir? Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948 tarihinde ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 25.Maddesi’nin 1. Fıkrası’na göre, “Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir” ifadelerinin gerçekliği ve gereği nedir?

Özetin özeti niteliğindeki bu yazıda ifade edilmeye çalışıldığı gibi kırsal kalkınma, insanoğlunun gelecekte en daha çok hissedeceği “güvenilir gıdaya erişim” sorununa doğrudan karşılıklar arayan çalışmaların başında gelmektedir. Başka ve yakın çalışmalarla desteklenen kırsal kalkınma faaliyetleri, özellikle bize benzer ülke insanları için “varlık/yokluk meselesi” olacaktır.

Durum bu denli açık ve seçik ortadadır. Kırsal kalkınma için bugüne kadar yapılan şeyler, yeterli ve gerçekçi olmamıştır. Dolayısıyla para, zaman, enerji, kaynak, emek ve umut harcamalarımızdan kalıcı sonuçlar almak için; insanlığın başka coğrafyalarda denediği ve başarılı olduğu yöntemleri ve uygulamalrı gerçekten incelemek ve anlamakla işe başlamak mümkündür. Ya da genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 15 yılını ciddiyet ve iyi niyetle çalışarak oradan dersler çıkarmak diğer bir yöntem olabilir. Geleneksel birkaç tarım ürünü ihracatıyla hem geçmişin borcunu ödemenin hem günlük harcamaları yapmanın hem de gelecek yatırımlarını yapmanın ne tür bir mucize olduğunu düşünmek zorundayız.

Bu arada bir sorunun daha yanıtını düşünmek zorundayız;

Sorun sadece “kırsal” mı?

Kaynaklar

(1) Savaş, F.V., 1979. Kalkınma Ekonomisi (İkinci Baskı), İ. İ. T. İ. A. Nihad Sayar Yardım Vakfı Yayınları, No:315/547, İstanbul, Türkiye.

(2)  Tolunay, Ahmet & Akyol, Ayhan.  Kalkınma ve Kırsal Kalkınma: Temel Kavramlar ve Tanımlar, Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi Seri: A, Sayı: 2, Yıl: 2006, ISSN: 1302-7085, Sayfa: 116-127

İlgili başlıklar

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir