Sarı Lacivert Galatasaray!
Ülkemizde üretici örgütlenmesi ve kooperatifçilik ile ilgili hep aynı şeyleri yapıp duruyoruz. Özellikle de aynı hataları tekrarlayıp duruyoruz. Çözüm diye aynı nakaratları sunup duruyoruz. Sanki daha önce hiç düşünülmemiş gibi aynı şeyleri yeni bir keşif gibi icat edebilmek için hep aynı (standart) soruları sorup duruyoruz. Buzdağının görünen kısmını nasıl göründüğünü, birbirimize aynı sözlerle anlatıp duruyoruz.
Yani buzda patinaj yapan araba misali ısrarla duruyoruz. Bunları inatla, azimle başarıyoruz.
Bu durum farklı vesilelerle ama hep aynı şekilde yaşanıyor. Mesela bir göreve ve makama yeni bir atama olduğunda genellikle konu hakkında önyargılarından başka bilgisi olmayan olan makam sahiplerine konu ilkokul çocuğuna anlatılır gibi defalarca anlatılıyor. Algılamak, anlamak, anlayabildiğini hazmetmek ve üzerine fikir üretebilmek için geçen zaman sonunda makamın yeni sahibi geliyor ve süreç basmakalıp şekilde kendini yineleniyor. Ya da çeşitli fon kaynaklarından tesadüfen imkan bulan sektörün içinden ya da dışından bir takım kesimler belki de daha önce hiç bilmedikleri üretici örgütlenmesi hakkında raporlar hazırlamaya çalışınca benzer şeyler bu sefer akademik bir havayla yaşanıyor. Yine büyük ihtimalle önyargılı oldukları bu konuda sözde bilimsel bakış açısıyla göstermelik anketlerle ve modası geçmiş yöntemlerle değerlendirmeler yapmaya çalışıp hepimizin yaklaşık 50 yıl önce okuduğumuz benzer raporlardan bildiğimiz tespitleri tekrar tekrar yeniden yineliyorlar. İşin en acı tarafı ise; raporları okuduğumuz zaman “birlik” kelimesinin bile daha ne anlama geldiğini anlamadıkları ve birbirine karıştırdıklarını görüyoruz.
Bazen çok nadir olsa da yıllardır sektörün içinde çektiği sıkıntılardan bıkan, “yardımı acaba devletten başka yerde bulabilir miyim” diyerek sorunlarının çözümüne kafa yoranlar çıkıyor. Fakat onların da önemli çoğunluğu çıkar grupları tarafından bu tehlikeli fikirlerinden vazgeçirilmek üzere kıskaca alınıyor.
Burada bahsedilen çıkar grupları belki de örgütlenme ile ilgili sorunların çözümü karşısındaki en önemli engeli teşkil etmektedir. Büyük Önderin 1 Şubat 1931 yılında uyardığı “menfaatleri haleldar olanlar” ülkemizde yıllardır kendi adlarına büyük başarılar elde etmişlerdir. Örneğin “kooperatifçilik bir komünistlik işi” olarak tanıtılmıştır. İşin kötüsü toplumun önemli bir kesimi tarafından bu yalan hala doğru sanılmaktadır. Bulundukları makamlarını ve elde ettikleri küçük kazançlarını korumak isteyenler ya da kaptıkları koltukları yıllarca bırakmayanlar sayesinde bu gruplar her dönemde kendilerine yer bulmaktadırlar. Ama yine de bu menfaat gruplarının manipülasyonları tek başına bu kadar etkili olamazlar.
Peki, nerede hata yapıyoruz?
Bu sorunun yanıtını, Fransa ile son 70 yılı mukayese yaparak verelim. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Fransa’da tarımsal üretimde bizim şu anda yaşadığımız yapısal sorunlarla karşılaşılmaya başladı. Çözüm için devlet yardım ve müdahalelerinin dipsiz bir kuyu misali boşa gittiği, buna karşın birlikte hareket etmenin faydaları anlaşıldıkça kooperatifçilik desteklenmeye ve yaygınlaşmaya başladı. Ama bu durum ticarete tam olarak yansıtılamadığı için arzulanan gelişim sağlanamıyordu. 1960’lı yılların ortalarında kooperatiflerin bir ticari şirket türü olduğu prensibine dayalı mevzuat çıktı. Kooperatifler piyasada hızla güçlenmeye başladılar. Bu sırada Avrupa Birliği’nin temelleri atılmaya ve ortak politikalar oluşturulmaya başladı. İlk ortak politika, savaşın en büyük açısı olan açlığa karşı tarım alanında (Ortak Tarım Politikası-CAP) oluşturuldu. Zamanla bu politikada hedeflere ulaşılamadığı görülünce politikanın sahada uygulanabilmesi için piyasada etkin olunması gerektiği anlaşıldı. AB Ortak Tarım Politikasını mimarı olan Fransızlar ülkelerindeki tecrübelerin de etkisiyle piyasada kamu menfaatine uygun en etkin gücün kooperatifler olacağını biliyorlardı. Bu nedenle ortak piyasa düzenlemelerinin (CMO) en yetkili organı olarak kooperatiflerin bölgesel birleşmeleri olan üretici örgütlerini oluşturdular. Üretim öncesinden tüketiciye kadar sektörde değer zincirinin her bir aşamasında üretici örgütlerine ciddi sorumluluklar ve yetkiler verdiler. Üretimin mevcut kaynaklar çerçevesinde, pazar taleplerine göre ticari sözleşmelerle yapılmasının yolunu açan meşhur Üretim ve Pazarlama Planlarının (Production and Marketing Plans) esaslarını belirlediler. Böylelikle piyasanın en adil ve en optimal düzenlemelerini oluşturdular.
Aynı tarihlerde ülkemizde tarım alanında kooperatifleşme için arayışlar sürüyor ve Fransa’daki gelişmeler yakından takip ediliyordu. Bugün halen yürürlükte olan 1961 Anayasasında yer alan kooperatifçilik ile ilgili hüküm 1969 tarihli meşhur Kooperatifler Kanunu haline dönüşmüştü. 1974 -1983 yılları arasında Köyişleri ve Kooperatifler adıyla Bakanlık dahi kurulmuştu. Sonra uzun bir unutma döneminden sonra 2012 Dünya Kooperatifçilik Yılı etkinlikleri sırasında yeniden bir arayış içine girildi. Bugünkü Cumhurbaşkanımızın talimatı ile Ulusal Kooperatif Strateji Belgesi hazırlandı. Bu belgenin içeriği 2019 yılında 3. Tarım Şurasında yeniden ele alındı. Ülkedeki ilgili bütün tarafların geniş katılımıyla, uzun süren çalışmalar sonunda mevzuat, finans, yönetim, denetim, işbirliği ve eğitim gibi başlıklar altında sorunlar ele alınıp çözüm için hedefler ve eylem planları hazırlanmıştı. Maalesef “kontrolör müfettiş mantığı” ile sadece yüzeysel sorunlar dikkate alınarak hazırlanan bu muazzam çalışmalar hiçbir zaman sonuca ulaşamadı. Sadece şekilsel sorunlara yoğunlaşıldı. İşin piyasa şartlarında ekonomi ve ticaret ile ilgili esas kısmı ıskalandı. Bu arada Strateji Belgesinde belirtilen hedefler bile gerçekleştirilemedi.
Aslında bütün bu hedefler sihirli bir değnek ile %100 başarılsa dahi işin ticari kısmı çözülmedikçe; geçtiğimiz 70 yılda Fransa’da ve AB’de sağlanan başarının %1’i bile başarılamayacaktır. Çünkü piyasada herhangi bir şirketin ticari kazancı hedeflemeden sadece mevzuat, finans, yönetim, denetim, işbirliği ve eğitim gibi konularda başarılı olması nasıl beklenemezse, kooperatiflerin de benzer şekilde bu yolla başarılı olması beklenemez.
Günümüzde hala ısrarla bu durum göz ardı edilerek ısrarla Strateji Belgesindeki konulara ilişkin çok ciddi hatalar ve yaptırımlar içeren mevzuatlar çıkartılıyor. Çünkü hem kamu hem kooperatif yöneticileri arasında hala kooperatifleri kar yapmayan kuruluş olduğunu sananlar var. Hatta örgütlü hareket etme kabiliyetinin imece kültürüne sahip Türk Milletinde olmadığını ya da evrensel bir şirket türü olan kooperatif şirketinin bizde olmadığını iddia edenler var. İnanmıyorsanız yakın geçmişe bakın. Bakanlığın Dergisinde bile bu iddialarda bulunan yöneticileri göreceksiniz. Bunları iddia etmek, bu hurafelere inanmak Galatasaray Futbol Kulübünün renklerini “sarı lacivert” diye iddia etmek kadar saçmadır. Eğer çevrenizde bunları söyleyen varsa gözlerinin içine bakın. Bu şahıs ya delidir ya da şahsi çıkarı için milleti dolandıran birisidir.
En başta belirttiğimiz üzere buzdağının görünen kısmını defalarca yeniden tanımlanmaya, resmi bir bütün olarak göremediği için eksi ve hatalı çözümler bir kısırdöngü halinde tekrarlanmaya devam edilmektedir. Yani durmaya devam edilmektedir.
Çözüm çok basittir. Acilen gelişmiş ülkelerdeki yaklaşımla piyasa düzeni içinde işin ticari boyutuna odaklanarak çözümler üretilebilmeye yönelmek gerekmektedir.